Beşinci kez okumama rağmen her seferinde farklı bir bakış açısıyla bakmamı sağlayan Bulantı, Sartre'ın ilk romanı olmasına rağmen en başarılı romanı kabul edilebilir. Roquentin; gitgide kendine, vücuduna, insanlara ve topluma soğuyarak var olma amacını sorgulamaya başlamıştır. Hayatın mânâsızlığı ve amaçsızlığı, kendisini çıkmaza sokmuş ve anlamsızlığı aramaya başlamıştır. Sartre, çok akıllı davranarak âşkı da dâhil etmiş ve karaktere "Her biri belli bir süre için hayatının anlamını ötekinin hayatında buluyor, yakında ikisinin tek bir hayatı olacak. Ağır ve ılık bir hayat, anlamsız bir hayat. Ama bunun farkına varamayacaklar." cümlesini söylemiştir. Romanların doğasında psikolojik tahliller elbet de vardır lâkin varoluşçu bir roman olan Bulantı'da bu tahliller, üst seviyede kendini göstermiş ve insanın kendini tüketmesi anlatılmıştır. Nesnelerin de amaçsız olduğunu düşünen Roquentin, tiksinç bir hâlin ortasında kalarak yaşamaya devam etmiştir ve böylelikle de yaşayan bir ölü hâline gelmiştir. Varoluşun herhangi bir şeye bağlı olmadığını ve bu duruma "bulantı" adını veren Roquentin, şu anda da içinde bulunduğu duygunun adını koruyabilmiştir. Nesneler, ilk başta birer enstrüman gibi gelse de onlar da tıpkı insanlar gibi birbirine bağlıdır lakin kendi varoluşumuzu bir başkasında aramamalıyız. İşte, Roquentin'in de yaptığı tam olarak bu. Varoluşçu edebiyatın fikir babası olan Sartre'ın Roquentin'nin ta kendisi olmadığı ne mâlûm?