Bizim eski insanımız, yaşarken her zaman kendisini ecdadı ile birlikte yaşıyormuş gibi tasavvur ve tahayyül ederdi. O, hayatı kendi cedlerinin ruhları ile aynı mekânı ve zamanı paylaşıyormuşçasına birlikte yaşadığı inancındaydı. Böyle bir hayat telakkisinde hayatla ölüm, varlıkla yokluk, dünya ile âhiret hatta zâhir ile bâtın iç içe ve kardeşçe bir beraberlik göstermekteydi. Bunun sonucu olarak eski insanımızda hayat dediğimiz yaşama süreci, bazı kereler birlikte olduğunu farz ettiği eski bir ced üzerinden uzak bir maziye doğru yol alır, derinlik, zenginlik ve vüs’at kazanırdı. Zaman zaman da yakın bir geçmişte, mesela daha dün kaybedilen bir dost ile beraber yaşanan hatıralar hiç unutulmaz, böylelikle şimdi ile mazi, yaşanmakta olan ile tarih birbirinden kopmayan ve birbirinin devamı olan bir bütünlük içinde mütalaa edilirdi.
Bir kere taviz verildi mi, asla çiğnenmemesi gereken unsurlar bir kere gözden çıkarıldı mı, kalbin aynası bir yerinden çizildi mi, kefareti büyük oluyor.
Hiçbir şey boşlukta sallanmamaktadır, saçmalık bile kendine bir dayanak noktası araştırmaktadır, her şey, bütün nesneler yaratılışlarındaki amaca doğru yürüyüp gitmektedirler: kara gecede, kara taşın üstündeki kara karıncanın kıpırtısı bile denetim altındayken som bilinç olan insanın kedini demetimden uzak sayması mümkün müydü? Mümkün müdür?
Ama insan sadece kaştan, gözden, gövdeden mi ibaret? Ayna dediğin, taşı toprağı, evi sokağı da gösteriyor. Mühim olan vücudun içini görebilmek. Kalbin aynasında ne var ona ulaşabilmek.
Hanımlar ve beyler, kendine hâkim olan kazançtadır. Arzu ve dürtülerine mağlup olmayan, hayır ve iyiliği çoğaltan, başkası için yaşamayı bilen kazançtadır.
Her şeyin bir sahibi var ve o bize merhamet ediyor, işte bunu bilmenin kudretidir teslimiyet. Bir gül gibi, sadece zamanı geldiğinde yapraklarını açar hayat. Her durumu kontrol edemediğimizi, her savaşı kazanamadığımızı fark ettiğimizde tevekkül ve teslimiyet sökün eder. Dalganın aktığı yönde akmak. Kader atının dizginlerinin elimizde olmadığını bilmek. “Niçin oldu?” diye sormak yerine, “Ne oldu ve bu bana ne öğretiyor?” demek.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen.
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.
Kainatın özeti olduğunu, muhatap kabul edildiğini, adam yerine konduğunu sakın unutma. Kendi kıymetini sen zayi etmezsen veren almaz.
“ Cahiliye sadece, yaşanmış bir tarihi dönem değildir. İnsanın insana kulluğu söz konusu olan bütün hayat sistemleri ve nizamları, cahiliyedir. Bugün yeryüzünde egemen olan bütün hayat sistemleri ve düzenleri istisnasız olarak bu kapsamın içindedirler. Beşerin tâbi olduğu bugünkü sistemlerin tümünde insanlar düşüncelerini, ilkelerini, ölçülerini, değerlerini Şeriat ve kanunlarını gelenek ve göreneklerini kendileri gibi insanlardan alıyorlar bugün durum, her yönüyle cahiliyenin ta kendisidir.”