sonra ölüm! tararken saçlarını sayfalara döküldüm artık ömrüm yüzüne sığmayacak kadar kısa...
biriktir suları kalbim, akşamları kilitlidir bu rahmin kapıları. gecenin bedenlerindeki tayf, batıda adettir sevişmek. kırılgan rakkaselerin bileklerinde bize kalan nedense ölümdür. kaldır bu akıbeti üstümden...
(her gün benden uzaklaşan ayaklarımın bir yüze bağlı olmadığını biliyorum dök içimdeki heykeli. fakat göğe beni kus) susmayı istemek bana öpmeyi öğretir: belki: telaşlı bir kavme eksik bir oğul gibi geçtim ovalardan çağır beni! farz et, bir zehir kabı ile bil beni ummak nedir avuç çizgilerini kesene/ mürekkep midir buhran -ne görüyorsan onu söyle: avuçlarında sol elim: yine mi kan, belki- acı bir yağmurla yüzüne sardığım göğsüm gibidir kefen: uykuda kaldı bu kez de ölüm meleği: boşunadır köy ortasına kurulan taziye: kovuldu ruhumdan gömülerle bilinen melike utangaç ve kürdî bir makamla geldim geceleri: büyüdün içimde: mânâ ve tuhaf: ortağı oldum bilmediğim bir dilin alnım ve revâ: kimdendir bu avutulmak fikri: çağırsam seni, leylâ kanatır dilimi: çocukluğumdan kalan ot: beynimde bir çöl gibi uzanıyor yol: şimdi, sulanan bir dağ kadar yaralıdır ömür...
âh, nedense herkes benzer kendi ülkesine!
Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? İlk göz ağrısı.
İkincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.
Hamuş: Suskun. Aşk, bir elif miktarı sevilmek icin gelen her çileye kimi zaman darağacinda kimi vakit kör bıçaklar arasında vav gibi hamuş olabilmektir.
5. Keyfî Tanrı algısı
Eski çağlardaki tanrı anlayışının bir başka özelliği neydi? Tanrılar istedikleri gibi ceza verirlerdi. Kur’ân’ın getirdiği ilkeye göre ise Allah kimseyi istediği gibi cezalandırmaz; keyfî hareket etmez. Beşerî dinlerle ilâhî dinin en temel farklarından biri tanrı anlayışındaki farktır. Ne yapacağı belli olmayan, güce dayalı, keyfî tanrı telakkisine karşılık, her yaptığı hikmete ve bilgiye dayalı bir Rab söz konusudur. Ancak bu önemli farka rağmen kitâbî dinlerdeki tanrı anlayışına da ne yazık ki güç ve keyfîlik egemen olmuş gibidir. Nitekim
mabetlerde din adamlarının anlattığı Allah; genellikle bu niteliklerle öne çıkarılmalıdır. Ne yapacağını kestiremeyiz. İstediğini yapar; istediğinden alır, istediğine verir. İsterse; hayatın kurallarına uyan, âdil, çalışkan, ahlaklı bir toplumu helâk eder! Bu özelliklere aykırı yaşayan bir toplumu da ayakta tutar!
Kim diyor bunu? Primitif, beşerî din anlayışları... Bu anlayışta, insanın yapması gereken, tanrıların şerrinden korunmak, felaketine çarpılmamak ve onlara yatıştırıcı kurbanlar sunmaktır. Kur’ân’da ise merhametli, adaletli, hikmetli, gücünü insanlara lütuf yolunda kullanan, sadece kötülere ve kötülüklere ceza veren, seven ve sevilmek isteyen, ana sıfatı Rahmân ve Rahîm olan bir Allah anlayışı esastır
PEYAMİ SAFA VE HER “ÇINAR” GÖRÜŞTE HATIRLADIĞIM HALİDE EDİP ADIVAR
Hani büyük adamların ölürken söyledikleri son sözleri hatırlanır hep, “Aman ne büyüksöz” diye.Ahmet Haşim helaya gitmek için doğrulurken, on beş günlük karısı, terliklerini ayaklarınageçirmeye çalışıyormuş; yerlere çıplak ayakla basmasın diye Ahmet Haşim. Kadınterliklerle
Einstein´ın Başarı Formülü´nü hatırlamakta fayda var. Diyelim ki, "Başarı A olsun" der. O zaman A eşittir X artı Y artı Z. Bu denklemde X çalısmaya tekabül eder. Yani X eşittir emek. Y ise oyundur. Hayatı sevmek, sevilmek, kıymet bilmek. Ve "Z" der Einstein, insanın dilini tutmasına denk gelir. Dolayısıyla başarının formülü: Bol bol çalış, bol bol sev, bol bol oyna aman dilini tut, kem söz etme kimse hakkında!
Güzel formül! Dün olduğu gibi bugün de aynen geçerli