‘Benim burada ne işim var?’ diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış,dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları. Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
İnsanlar şehir gibiydi. Bazı kötü yönleri var diye bütün şehirden nefret etmezdiniz. Sevmediğiniz yanları,birkaç tane tehlikeli ara sokağı ve mahallesi olabilirdi ama bir şehri yaşanır kılan iyi yönleriydi.
“Eğer tırmanırken sürekli aşağıya bakarsanız, ne kadar yol geldiğinizi görebilirsiniz. Oysa, eğer sadece yukarıya bakarsanız, sadece henüz zirveye gelmemiş olduğunuz gerçeğine odaklanabilirsiniz, ne kadar çok yol katetmiş olursanız olun. Bu moral kırıcı olabilir ve hatta vazgeçmek ve tırmanmayı bırakmak istemenize neden olabilir. Yani başardıklarınızın yazılı bir kaydını tutmak,gitmek istediğiniz yeri engellemeden, ne kadar yol gelmiş olduğunuzu görmenize olanak sağlar.”
“Aslında yaygın kaygı bozukluğu sahibi olmak, bir gölde yüzen ördek olmak gibidir: Her ne kadar ördekler suyun üstünde kayarak giderken sakin görünseler de, aslında perdeli ayakları suyun altında çılgınca çalışıyordur.”