"Açlık, ölüm, kölelik. Prabaker'in fısıldayan sesi. Tecrübeden daha derin bir gerçek var. Bu gerçek bizim gördüğümüzün ya da hissettiğimizin ötesinde. Onun karşısında elimiz kolumuz bağlı, çaresiziz. Tıpkı aşkı bilmenin bedeli gibi, gerçeği bilmenin bedeli de bir çok kalbin katlanabileceğinden daha ağır. Bu her zaman dünyayı sevmemize neden olmuyor belki ama en azından dünyadan nefret etmemize engel oluyor. Bu gerçeği bilmenin tek yolu da onu paylaşmak. Kalpten kalbe. Prabaker'in benimle paylaşması gibi.Ve benim de sizlerle paylaşmam gibi."
Ölüm, diye düşündüm; ama ölüm gerçekler gibidir ve iki kelimenin birinci sınıf konforu içinde bir kıtadan diğerine uçarız, ama altımızda karanlık dünyaya ve denizler varken kelimelerin kendisinden ayrılıp anlamlarının üzerine paraşütle atlama zamanı geldiğinde paraşüt açılmaz ve elimiz kolumuz bağlı kalırız ya da hedefimizden uzağa sürükleniriz ya da aşağı doğru karanlığın içine bakar, korkuya kapılıp kelimelerin konforundan ayrılmayı reddederiz.
Enver paşaya bakan Eşref bey sakalını sıvazlayarak;
Mahmut Şevket Paşaya döndü ve "Paşam, elimiz kolumuz bağlı kalıp da bir şey yapmazsak millet ve tarih bizi affetmez.."