düşlerimiz de belki idealde, benlikte ve boşlukta yaşıyordur. Görsel oldukları için boşlukta; bize madde gibi görünmedikleri için idealde; ve son olarak da bize ait olmalarından kaynaklanan özel boyut nedeniyle de benlikte.
Soyut akla musallat olan bir yorgunluk var ki, en korkuncu o. Fiziksel yorgunluk gibi insana ağırlık yapmaz, duyguların öğrettiklerinin verdiği yorgunluk gibi kafa karıştırmaz. Sahip olduğumuz dünya bilincinin üzerimize çöken ağırlığıdır o, kendi ruhumuzla soluk alamaz oluşumuz.
biz ki hem hayatın, hem de gerçeğin içinde biten otlarız, biz ki camların hem içine hem dışına biriken tozlarız, biz ki Yazgı’ nın torunları, Tanrı’nın evlatlıklarıyız, Tanrı sonsuz Gece’yle evlidir ve o da hepimizi doğurmuş olan Kaos’un duludur.
Yaptığım, düşündüğüm, olmuş olduğum her şey bir teslimiyetler toplamından başka bir şey değilmiş; ya ben olduğumu sandığım sahte varlığa teslim olmuşum, çünkü ondan başlayıp dışa doğru hareket etmişim; ya da soluduğum havayla bir tuttuğum koşulların ağırlığına.