zaman: durmuş gibi
cihangir'de pazar günü şaşkınım
olmayan uykumu bölüyor bir akordeon sesi
bir çocuk ufarak sarı saçlı
eminim kara gözlüdür görünmüyor uzaktan gözleri
görünmüyor ki
sokak derin uykularda duyulmuş şey değil
cihangir'de geldiğim günden beri
gurbetliğimden beri
son travesti son bira şişesini yere çaldığından bu yana
kaç
ÖLÜME SAF DURANLAR
Ayakta kalmak isterim.
En iyi de sen biliyorsun.
Koşmak,
Gülmek,
Hayal kurmak,
Ve durmadan sevmeyi ütopik yalnızlığımda özgürlüğü...
Ama;
Hep koşmak isteyenin ayaklarını yerden kesenlerin dünyası buralar.
Kan,
Acı,
Ağıt
Ve bombalar kadar ölüme saf duranların dünyası...
İzmit'te bir sevgili, ölüm oruçlarında iki çocuk yitirdim
ne ilgisi var, Türkiye buralar
alnımı toprağa yapıştırıp yürüdüm
şairler, hükmüm bir kör tırnak kadar
kiraz mevsiminde rakı içmedim
demek ki İstanbul bana böyle yakışıyor...
Sonradan Müslüman olan biri İngiliz, diğeri İsviçreli ve ikisi de eski isimlerini atarak Muhammed adını almış insanlardan söz etmiştim. Yeni doğmuş bir bebek gibi olan İslâmî safiyetlerinden, heyecanlarından, diriliklerinden anlatmıştım. Aralarında geçen bir konuşmayı nakletmek istiyorum. Kısaca şöyleydi: Konya’da, Mevlâna hazretlerini ziyaret
Sana Nazım'dan sevgiler
Turgut'tan duraklar
Edip'ten masalar
Cemal'den pasajlar
Ahmet Erhan'dan yalnızlıklar
Orhan Veli'den hikayeler
Bahşediyorum
Kendimden ise sana olan en içten sevgimi...