Ancak Stirner, dayanışma beğenisini ifade ederken “gerçek" ya da "mutlak özgürlük” kavramını metafizik bir taslak olarak algılar; yani özgürlüğün gerçeği ve sahtesi yoktur, özgürlük ya var ya da yoktur: özgürlük sadece somut olandır. Ayrıca özgürlük kavramı Stirner'de ikincildir, birincil olan Eigenheit'tir³: Eigner özgürdür, özgürlük Eigenheit'in içindedir. Stirner'in deyimiyle: özgürlük kendinizden arınmanızı öğretiyor, Eigenheit ise kendinize gelmenizi, kendiniz olmanızı. Kendi olan, erki doğrultusunda özgür olabilir. Erk sendeyse, özgürsün. (Ayrıca eğer tekin sosyal bir varlık olduğunu kabul ediyorsak, bu ilkeyi gerçekten onaylıyorsak, o zaman insanın eğitilmesine ve ahlâklaştırılmasına gerek kalmaz, çünkü o zaten sosyaldir. Eğitilmesi, ahlâklaştırılması onun asosyalleştirilmesidir. Ancak burada ezelden beri sürmekte olan köklü bir yanlış anlama var.*
🍃Seni sevdim
Seni birdenbire değil usul usul sevdim
"Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara
Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek
Soludum, üfledim, yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi
Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim
Artık tek mümkünüm sensin
Gülten AKIN🍃
Foucault'un deyişiyle; "Dil erk yaratır, erk dile biçim verir."
Judith Butler bu konuya, "Dilin bedenler üzerinde işleme gücü cinsel ezilmenin hem ardındaki neden, hem de ötesine giden yoldur. Dilin işleyişi ne büyülü ne engellenemez bir iş- leyiştir... Dil karşısında gerçeğin belli bir plastiği, yoğurulabilirliği vardır: Dilin gerçek üzerindeki eylemi plastik bir eylemdir " diyerek girer ve "Dili yeniden yoğurmak gerekir" tavsiyesinde bulunur.
Ne zannediyordun ki? İdeal, prensip, ilke, hukuk, kanun, kural, yasa, norm, şerri ve beşeri ahkam hatta ahlak, adap, görgü ve örfe dair insanı erdemli kılan ne kadar kavram varsa, irili ufaklı ancak katiyen dağınık olan bu idealler, gerçeğe ve hakikate naçiz bir yakınsamaydı; yaşam denilen giz, aşkınlığı nedeniyle, bu yüzden hep ağır basıyordu!
Sosyalizm ile komünizm eşitlik fikri üzerinde temellenir. Ama özgürlük pek dert edilmez. Bireycilik üzerinde temellendiğinden en azından özgürlüğün tohumunu içeren burjuva sisteminden daha kötü zorbalıklardır bunlar. Sosyalizm ile komünizmin temellendirdiği ise mutlak erk sahibi bir Devlet’tir. Bütün insanları bu canavarın, öldürülecek bir bedeni bile olmayan bu Mutlak Kral’ın altında eşit kılarlar. Her ikisinde de burjuvazi her şeyini yitirir, emekçinin ise kazanacağı hiçbir şey yoktur. Burjuva köle değilken köle olur; burjuvanın dengi olmuş işçi, kendini yeni bir efendiyle birlikte bulur ve önceden olduğu gibi yine köledir. Burjuva sisteminde bir emekçi, her şeye rağmen ve emeği sayesinde ya da şans sonucu veya herhangi bir başka gerekçeyle kendisi için biraz para toplayabilir, toplum içinde yükselebilir, belli bir oranda özgürlük –en azından paranın sağlayabileceği oranda– elde eder. Sosyalist ya da komünist rejimde ise hiçbir umudu yoktur. Bu, cehennemin yeryüzünde kusursuzca geçekleşmesidir ve cehennemde, göründüğü kadarıyla, herkes eşittir.
Usdışı inanç, ezebilecek kadar güçlü, her şeyi bilen ve saltık erk sahibi olduğu hissedilen bir güce boyun eğmekten; insanın kendi gücünden ve kuvvetinden vazgeçmesinden kaynaklandığı halde, ussal inanç bunun karşıtı olan bir deneyim üstünde temellenir. Biz bir düşünceye, kendi gözlemlerimize ve insanlığın gizilgüçlerine, ancak kendi gizilgüçlerimizin gelişimini, kendimizdeki gelişmenin gerçekliğini, us ve sevgiye ilişkin kendi gücümüzün kuvvetini duyumsamış olduğumuz ölçüde ve bu yüzden inanç duyarız. Ussal inancın temeli üreticiliktir. İnancımızla yaşamak, üretici bir şekilde gelir. Bu, üretici etkinlikten ve her birimizin bu etkinliği yüklenmiş olan etkin özneler olmamız deneyiminden ortaya çıkan bir kesinliktir. Buradan, (baskı anlamında) güce duyulan inancın ve güç kullanmanın, inancın tersi oldukları sonucu çıkar. Var olan güce inanmak, henüz gerçekleşmemiş olan gizilgüçlerin gelişmesine inanmamakla özdeştir. O, yalnızca kendini açıkça gösteren şimdi üstünde temellenen geleceğe ilişkin bir önbilidir (kehanet). Ama bu önbili insansal gizilgüçlere ve insansal gelişime ilişkin son derece usdışı dikkatsizliği yüzünden büyük bir yanlış hesap şekline dönüşür.