"İnsanların en iyi yönlerini ortaya çıkarmak söz konu su olduğunda dağa tırmanma durumu gibisi yoktur. Kimse sizi, zirveye ulaşmak amacıyla zihninizi ve bedeninizi çok büyük bir baskı altına sokmaya zorlamaz... Yoldaşlarınız yanınızdadır, ama zaten hepiniz aynı duygular içindesinizdir, hepiniz aynı şeyi yapıyor olursunuz. Yirminci yüzyılda bu insanlardan daha fazla kime güvenebilirsiniz? Sizinle aynı özdisiplini arayan, içlerindeki derin bağlılığın sesini dinleyen insanlardan? Başka insanlarla böyle bir bağ kurmak bile, insanı kendinden geçirmeye yeter."
“İnsanın hayattaki büyük derslerinden biri kendini frenlemeyi bilmesi, daha da önemlisi ise kendini bazı işlerden ve insanlardan yoksun bırakmayı öğrenmesidir. Değerli zamanımızı yiyip bitiren önemsiz uğraşlar vardır. Sizi ilgilendirmeyen, üstünüze vazife olmayan işlerle meşgul olmak, boş durmaktan daha yanlıştır. Özenli bir insan başkalarının işlerine müdahale etmemeli, diğerlerinin de kendi işine karışmalarını engellemelidir. İnsan önce kendi işiyle ilgilenmek zorundadır, herkese yararlı olmak zorunda değildir. Arkadaşlar için de aynı kural geçerlidir. Arkadaşınızın verdiklerini kötüye kullanmamalı veya verebileceklerinden fazlasını istememelisiniz. Özellikle kişisel ilişkilerde, her şeyin fazlası zarardır. Bilgece ve ölçülü bir yaklaşım, herkesin iyi niyetini ve itibarını en iyi biçimde korur, böylece dostluğun nimetleri de zamanla yıpranmaz. Böylece hem en iyiyi seçebilecek deha ve özgürlüğe sahip olur hem de beğeninin yazılı olmayan kurallarına asla ters düşmezsiniz.”
“Uzun süre tasarlanmış bir intihar diye düşündüm, umutsuzluğun birden çıkarttığı eylem değil.” Anlatıcı bilinç akışı tekniği ile anlattığından dolayı, tüm cümleleri otantik..Üç genç piyano virtüözü olan arkadaşlardan, Wertheimer’in öz kıyımını arkadaşı Bernhard’dan dinliyoruz, dinlemek dediysem adeta kafasının içindeki anılara tutunup sanki o restaurantta biz de yanı başında oturuyor gibi dinliyoruz..Glen’in piyano dehası olması, Wertheimer’in ise onun gibi olmayacağını anladığı andan itibaren ‘bitik adam’ olması, varoluş kaygılarının içinde boğulması, günden güne yok olması..Glen’in eceli ile piyano başında ölmesi, Wertheimer’in kendisini öldürmesi, en başarılı deha olmak istemesi, en büyük arzususunun bu olması ama hiç bir zaman Glenn’i geçemeyecek olmasını anlamasıyla, Glenn’den sonra intihar etmesi..Umutsuzlukla olan bir eylem değil, üzerine düşünülmüş bir eylem olduğunu kanıtlar nitelikte..Sanki bir itiraf, sanki bir neden arama, sanki bir farkındalık eseri gibi.. Kitabın üslubu, anlatış tarzı, konusu itibar ile beni etkiledi..Thomas Bernhard’tan okuduğum ilk kitap, fakat sonuncu olmayacağı kesin..
Bitik AdamThomas Bernhard · Yapı Kredi Yayınları · 20201,462 okunma
Victor Frankl’dan okuduğum üçüncü kitabı bu, “insanın anlam arayışı” kitabının devamı niteliğinde gibi. Frankl, toplama kampında yaşadığı acıları anlamlandırarak kendi hayatını gözlemleyerek logoterapi kuramını ortaya koyması benim için otantik bir kuramcı olmasını sağlıyor. Freud’a göre haz, Adler’e göre güç, Frankl’a göre anlamın önemi
Çağdaş edebiyat, kendini anlatmayla (dışavurmayla) -kendini teşhir etmeyi söylemeye gerek yok- sınırlı kaldığı ve bununla yetindiği sürece, yazarının boşunalık ve anlamsızlık (absürdlük) duygusunu yansıtır. Daha da önemlisi, anlamsızlık (absürdlük) yaratır. Bu da anlaşılabilir bir şeydir, çünkü anlam yoktan yaratılamaz, keşfedilmesi gerekir. Anlam (sense) yaratılamaz, ama anlamsızlık (nonsense, saçmalık) yaratılabilir.
Bu durumda anlamsızlık duygusuna yakalanan yazar elbette boşluğunu anlamsızlıkla (nonsense) ve saçmalıkla (absürdlük) doldurmaya çalışacaktır.
Ama başka bir seçenek daha vardır. Çağdaş edebiyatın, günümüzdeki kitle nevrozunun başka bir semptomu olarak kalması gerekmiyor. Terapiye de pekala katkıda bulunabilir. Yaşamın görünürdeki anlamsızlığından ötürü umutsuzluk cehennemini yaşamış olan yazarlar, çektikleri acıları, insanlık mihrabına bir kurban olarak sunabilirler. Kendilerini okura açmaları, aynı durumdan muzdarip okurun sorununu yenmesine yardımcı olabilir.
Yazar en azından okurda bir dayanışma duygusu yaratılmasına katkıda bulunabilir. Bu durumda semptom terapi olur. Ama eğer çağdaş edebiyat bu tedavi görevini yerine getirecekse, başka bir deyişle tedavi potansiyelini gerçekleştirecekse, nihilizmi sinizme dönüştürmekten kaçınması gerekir. Tıpkı yazarın kendi boşunalık duygusunu okurla paylaşmasının yanlışlığı gibi, va roluşun anlamsızlığını (absürdlüğünü) savunmak da inançsız (sinik) bir sorumsuzluk olacaktır. Yazar, okuru umutsuzluğa karşı bağışıklık kazandırma becerisinden yoksunsa, en azından okura umutsuzluk aşılamaktan 'kaçınmalıdır.
Kendini görmeyen sağlıklı bir göz gibi, insan da kendini unutup görmediği, kendini verdiği zaman en yüksek işleyiş düzeyine ulaşır. Kendini unutmak duyarlılığı artırırken, kendini vermek yaratıcılığı artırır.
Bana içgörü kazandıran duygularım güzel ve haz verici olanlar değildi. Aksine, bu zamana kadar en fazla karşı koyduğum duygularımdı: kendimi rezil, küçülmüş, kötü, aciz, utandırılmış, haddini bilmez, kinci ve şaşkın hissetmeme, özellikle de yapayalnız ve mutsuz olmama neden olan türden duygular. Fakat ben ancak bütün bu hallere girip bunları yaşadıktan sonra yaşamımdaki hiçbir kitapta bulamayacağım bir şeyi içimden çözmeye başlayarak anladığımdan kesinlikle emin oldum.
Böyle kişiler “belli duyguları kendinden uzak tutmayı” daha küçükken bir sanat haline getirmişlerdir. Çünkü küçük bir çocuk duygularını ancak yakınında onu bu dışa vurduğu duyguları ile kabul eden, anlayan ve ona kendi duygularıyla eşlik eden bir kimse bulunduğu zaman yaşayabilir.
Kitabın ismine bakarak kafamızda oluşan tablonun tam tersi bir kitap. Kişinin, erken çocukluğunda yaşadığı yanlış yetiştirilme şekillerinin, travmalarının yetişkinliğinde ortaya çıkışının yansımalarını görüyoruz. Travmayı travma yapan en yegane şey ;olayı, durumu anlamlandıramamaktır. Babasını kaybetmiş bir çocuğunu ölümü anlamlandıramaması, tacize uğramış bir çocuğun anlayamaması gibi. Yazar bir çok vaka örnekleri ile, adeta çocuklukta yaşanan olumsuz durumların, yetişkinlikte normal olmayan davranışlara, suça, bunalıma girmesini kanıtlamış nitelikte. Örneklerin somut olması, koşullu sevilen çocuğun yetişkinlikteki ruh halini, “büyüklük tutkusunun” bunu yaparsam ebeveynlerim beni sever durumunu yetişkinlikte partnerine ya da arkadaşlarına da devam ettirmesini görüyoruz. Sevginin bir çok dilinin olduğunu, çocuğa verilen sevginin ne denli önemli olduğunu, koşullu sevgi mi, bedel ödenilen bir sevgi mi yoksa ihmal edilmiş sevgi yoksunluğu yaşayan bir çocukluk geçirdiği mi yetişkinlikte ruhsal durumundan anlaşılmaktadır. Çocukluk yıllarının çözülmemiş olguları, ihmal edilmiş tarafları, bastırılmış duyguları, ifade edemediği durumları terapi yöntemi ile çözüme kavuşacağını da belirtmiş yazarımız.