Ulbe b. Zeyd Rasûlullah Efendimizden binek veremiyeceğine dair red cevabını aldıktan sonra çıkıp gitmişti.
-Eh.. Bizden bu kadarı.. Binek verilse biz de giderdik.. demedi.
Zahmet ve meşakkatin başa güreşeceği bu yolculuk gözlerinde tütüyor, ne yapsa gönlünü razı edemiyordu. Derdin üzerine dert kata kata akşam etti. Yatsı namazını kılıp herkes istirahate çekildiği zaman kalktı, namaz kıldı, daha sonra ellerini kaldırdı.
-Allah'ım!.. Cihadı sen emrettin, bol bol mükafatları sen vâdettin. Sonra da bana bu sefere katılacak imkanı vermedin. Peygamberinin de bana verebileceği binek yok.. Allah'ım, ben senin rızanı kazanmak için ne yapayım? Bu güne kadar malıma, bedenime zarar veren, şahsiyetimi inciten bütün Müslümanlara hakkım helal olsun. (Elimden bu kadarı geliyor)...
Böyle arzetti münacatını. Bir zaman sonra istirahate çekildi.
Rasûlullah Efendimiz sabah namazını kıldırdıktan sonra ashabına döndü Nerede bu bu gece sadaka veren?.. dedi.
Bu soru cevapsız kaldı. Soru ikinci defa tekrarlandı. Bu defa Ulbe ayağa kalktı,
-Emir buyurun ya Nebiyyellah, buradayım, dedi.
-Müjdeler olsun sana, Ruhumu elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki bu davranışın makbul bir sadaka olarak tesbit edilmiştir, dedi.
Ulbe'nin gözleriyle birlikte yaşaran gözler, Nebiyy-i Ekrem'e bakıyorlar, gönüllerinde biriken şükür ve hamd duygularını Cenab-ı Mevlâ'ya arzediyorlardı.