Ama yeri geldiğinde hepimizin kapılabileceği bu etkileniş, yoğun olsa da, geçicidir ve hayatımızı karmakarışık edecek ölçüde içimize işlemez. Bir gün, hiç beklenmedik bir anda, ansızın üzerimize gelir; birkaç dakika boyunca, aşina olduğumuz şeyler, bize yakın olmalarına rağmen, sanki bizim dışımızdaymış, bizimle ilgisiz, uzak şeylermiş gibi görünür. Her gün defalarca kullandığımız, en çok bilinen sözcük, kulağa yabancı gelmeye başlar, anlamından sıyrılır, gürültüye dönüşür. Garipser, yinelemeye başlarız; ama sözcüğün yinelenmesine rağmen, eskiden bizim için apaçık olan anlam geri dönmez, tam tersine, ne kadar yinelenirse o kadar tuhaf ve yabancı gelir kulağımıza. İstenmediği halde beliren, objelerle bizi aynı anda kuşatan bu anlam yokluğu, bize çabucak gerçek dışılığın hazzını aşılar; günler uyuşukluğun ağırlığıyla incelir, ağızda bir tat, muğlak bir hatırlayış, bir karşı çıkışın dünyayla ilişkimizi biraz bulanıklaştıran gölgesi kalır geriye. Göz kamaşmasının ardından, hiç farkına varmaksızın, belli belirsiz göz kırpmaya başlarız ve hezeyandan sakınmak için dünyayı aklamayı, bu tuhaflığın sorumluluğunu kendimize yüklemeyi yeğleriz. Sallantıda olanın, bocalayanın dünya değil insan teki olması bin kez daha iyidir.