Rabbimize ait olduğumuza göre O, kendimizi önemsediğimizden daha fazla önemsemektedir bizi. Faydamıza olanı bizim istediğimizden daha çok murat etmektedir. Akıbetimizi, bizim hesaba kattığımızdan daha fazla hesaba katmaktadır. Sorunlarımız bizden çok Rabbimizi ilgilendirmektedir. Rabbimiz, durumumuzu bizden daha iyi bilmekte, içerisinde olduğumuz kederli psikoloji ve başımızda dönüp duran tehlikeleri bizden çok daha iyi görmektedir. Rabbimize ait oluşumuz ve halimizin en ince detayına kadar ilahi dikkat altında olması, bizim için en ümit verici müjde, içinde bulunduğumuz musibetten kurtulacağımızın da en sahih garantisidir. Hz. İbrahim’in atıldığı ateşin ona serin ve selamet kılındığı gibi içine düşmekte olduğumuz musibet ateşi de bizi serinleten ve feraha kavuşturan bir nimete dönüşebilir.
Beyazıt Bistami hazretleri vefatından sonra, bir talebesinin rüyasına girer. Talebe ona Allah’ın kendisine nasıl muamelede bulunduğunu sorar. O da şunu anlatır: “Cenab-ı Hak, “bana ne getirdin?” diye sordu. Ben de “Ya Rabbi, sana sevap olarak bir şey getiremedim ama bir çok günahla geldim. Getirmediğim günah kalmadı ancak işlemediğim bir günah var, o da şirk” dedim. O da bana buyurdu ki, “Ey Beyazıt, hani sen bir gün yoğurt yemiştin. Ardından başın ağrımıştı. Sonra da, keşke şu yoğurdu yemeseydim de başım ağrımasaydı” demiştin. Bu, yoğurdu ortak koşmak değil de nedir?