Nihayet başımız göğe erdi. Göğe ermese bile göreceli olarak ermiş vaziyette. Günümüzde değişenin dünyanın ilk belirtilerini yüksek binalar vasıtasıyla öğrendik. Gücü yetmek deyiminin zengin nazarındaki bakış açısıydı bu binalar. Ne kadar yüksekse o kadar gücü yetiyordu, ne kadar alçaksa toplum nazarında o kadar değer görüyordu. Zahire saplanan bir medeniyete dönüşmüştük. Biz geçmişe dem vuran, fakat yeri geldiğinde o deme gem vuran bir medeniyetin çocukları oluvermiştik. Neydi bizi buna sevk eden. Neydi bizi bizden alan. Neydi bizim binalar içerisinde kaybolmamıza sebep olan. Bulutlara bakmıyoruz artık. Hayallerimizi, yazılarımızı ve kaygılarımızı ifade etmek için materyallere gereksinim duyuyoruz. İnsanoğlunun varoluş sebebindeki neticeyi hiç düşünmüyoruz. Gönlümüzü pas geçiyoruz. Söylenen sözlere değer göstermiyoruz. Aşkları yüzüklerde, güzelliği bedene bürünmüş elbiselerde arıyoruz. Aşık olduğumuz insana basitleşmiş, ruhsuzlaşmış ve gönülden bir yakarış ifade etmeyen kelimeler silsilesini tekrar ediyoruz. Aldığımız nefes tarafından, nefis yoluyla kandırılıyoruz. Hâsılı yüce kitapta zikredilen ,"Ölümü ve Yaşamı yaratan" şeklinde devam eden Ayet-i Kerime'nin manasındaki hikmete erişemiyoruz. Ölümdür aslolan, yaşamdır rüyadan artakalan.