Sanki sürekli arkayı ve çevreyi kollamayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Çocuk yürürken bir yandan etrafı kokluyor; kabarıp inen, titreyen burun delikleri, dış dünyadan beynine sonsuz bir iletiler dizisi aktarıyordu. Yine son derece güçlü olan duyma yetisi de işlevini kendiliğinden sürdürebilecek şekilde eğitilmişti. Bilinçli bir çaba göstermeksizin, görünürdeki sessizlik içinde fark edilmeyen tüm sesleri duyar ve ister yaprakların yelin önündeki ışıltısı ister arılarla sineklerin vızıltısı ister sadece rüzgar ara ara dindiğinde kendisine ulaşabilen denizin uzaklardaki gümbürtüsü isterse hemen ayağının dibindeki deliğinin girişine bir havuç toprak küreyen tarla sincabının tıkırtısı olsun; duyar, birbirinden ayırt eder ve sınıflandırırdı.
Sayfa 2 - Türkiye İŞ Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
448 syf.
·
Puan vermedi
Yine akıcı , hayal dünyası geniş ,olayları birbirine bağlarken yorulmadığınız, kendinizi o hikayenin içinde hissettiğiniz bir roman.. Güneydoğuda yaşayan çeşitli kollara ayrılmış bir ailenin her bir ferdinin hayat hikayeleri anlatılıyor .Elif Şafak ,aile bireylerin kimin çocuğu , kim kiminle evlendi gibi ayrıntılarının şemasını bile yapmış . Naze
İskender
İskenderElif Şafak · Doğan Kitap · 201119,2bin okunma
Reklam
SÜPÜRGE SESİ
Penceremden, vuslata ermek için karı bekleyen Köse Dağı seyrediyorum. Hüzünlü. Nasıl olmasın ki, aralık ayında bile güneş bağrını yakarken. Üzerinde uçuşan kuşlar ise mutlu ama bir o kadar da şaşkınlar. Dağın ardına geçip geçmemekte tereddüt yaşıyorlar. Farkındalar, doğa ananın yüreğinde ters giden bir şeyler var. Gözlerim kanatlanıp dağı
Benim yorganım maviydi, neden beyaz örttünüz üzerime? Yastığım pamuk gibiydi.,neden bugün taştan gibi? Gece lambasını yakmayı unutmuşlar. Oysa ki karanlıktan korkarım ben! Yağmur mu yağdı acaba, etraf toprak kokuyor.. Beyaz kanatlı iki kişi geldi yanıma. Biri solumda durdu, diğeri sağımda. Sorular sordular bana hiçbirini bilemedim. Yarım kalan cümlelerim vardı. Yüklemine kadar gelemediğim. Konuşmaya çalışıyordum ;ama kimse beni dinlemiyordu. İçimden bana ait birşey de terk etmişti beni. Bir tek umudum vardı. Duvardaki saat! Tik tak tik tak....
Saran Ko(r)ku
Hastane. Hastanedeyim. Yatıyorum. Tavana bakıyorum. Kolumda serum. Daha çok ağırlaştırıyor beni. Sakinleştirici olduğuna emin miyiz. Titreme görüntü titreşmeye başlıyor. - Lütfen çıkarın şunu kolumdan. Midem çok ağrıyor. - Ama bana hiç yardımcı olmuyorsunuz. Bu serum mideni tedavi etmek için. Böyle yaparsan nasıl iyileşeceksin bak hastanesin. Sakin ol. - Çıkartın midem ağrıyor. Çıkartılıp diğer serum takılıyor. Ağrı kesici. Bekliyoruz. Bir süre... Gevşeme işte bitti. Yatıyorum. Hastanenin kokusu burnuma çarpıyor. Her hastanede özel olan koku. ‘Yine mi?’ diye düşündürüyor. Halbuki gittiğini sanmıştı. Düzelmişti bir daha buraya gelmeyecekti. Hemşire geliyor: - İyi misiniz? - Evet daha iyiyim. Teşekkürler. Sakinleştiricinin etkisi gösteriyor. Hemşire çok güzel kokuyor. Lavanta belki gül, zambak mı? Neden herkes böyle kokmazdı. Neden şu hastanede olan herkes böyle güzel kokamazdı. Zaman yavaşlıyor. Daha yeni farkına varıyordu. Sabah’ın 5’i olmuş. Ezan okunuyor. Doktor ona bu yüzden uykundan mı uyandın demişti? Ne fark ederdi ki? İnsanın hastane kokusundan başka şeyler de duymaya ihtiyacı vardı. Dışarı çıktığında güneşin ışıkları gözükmeye başlamıştı. Dağ başında olduklarını sandı bian. Hayır. Çam ağaçları vardı etrafı saran. Sabah’ın 6’sında duyulan o müthiş çam ağacı kokusu. Toprak yeni uyanıyordu. Gündüzün kargaşasına başlamadan kendini gösteriyordu herkese. Böyle mutlu öyle sakin. Kokusundan korktuğumuz şeyler zamanla bizi mutlu mu ediyordu?
İnsan doğar doğmaz dünyayı ve etrafı kirletmeye başlıyor. Başka bir canlı var mı bu kadar doğayı kirleten? Sürekli bir şeyler atıyoruz, çöpler, atıklar , dışkı, deri, kıl, tırnak, kan, gözyaşı ve en sonunda cesedimizi. Dünya ve toprak ne yapsın kardeşim , şu insanlara can olmuşta dayanıyor, ıhh bile demiyor. Yiyip içtiği ile kalsa iyi, bir ömür usanmadan bir şeyler biriktiriyor. Arkalarında dağ gibi bir miras ve öteberi bırakmak için çırpınıyor. Önce ailesi için çalışıyor. Bir ev alıp başını sokuyor. Sonra çocuklara sıra geliyor. Çocukların okuması, evlenmesi, onlara da birer tane ev alma ameliyesi. Borçlar, haramlar, yalanlar... Daha bitmedi. Sonra torunlara başlıyorsunuz. Onları okutmak, ev almak, ne bitmez bir işkence. Ben belki çalışmıyorum ama işte bu saydığım aşırılıkları , dünyayı ve toprağı yoran, perişan eden pek çok şeyleri de yapmıyorum. Hırs sahibi değilim. Biriktirip saymıyorum. İnce ince hesaplar yapmıyorum. Verileni yiyorum, fazlasını bırakıyorum. Siz insanları geçici olan makamlar, paralar ve biriktirdikleri ile tartıyorsunuz. Bu şekilde tartılırsa o insan elbette ağır gelir. Oysa insanın kendi şahsiyeti, amelleri ve kalıbı dışındaki her şey onun darasıdır. Tartıya çıkmadan darasını almak gerekir. Bir de böyle tartın bakalım, ensesini birkaç kedi dolansa bitiremeyen kelli felli adamlar kaç kilo gelecek?
Sayfa 87 - ÖtükenKitabı okudu
Reklam
48 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.