Geçen yüzyılda insanların keşfetmeye başladığı yeni şeylerden biri düşüncelerin -yalnızca saf düşüncelerin- elektrik bataryaları kadar güçlü olduğuydu, kimi için güneş ışığı kadar iyi, kimi için zehir kadar kötü. Üzücü veya kötü bir düşüncenin zihninize girmesine izin vermek, kızıl mikrobunun vücudunuza girmesine izin vermek kadar tehlikelidir. İçinize girdikten sonra orada kalmasına izin verirseniz, yaşadığınız sürece ondan asla kurtulamayabilirsiniz.
İnsanlar bilinmeyen yeni bir şeyin yapılabileceğine inanmayı ilk başta reddederler, sonra bunun yapılacağını ummaya başlarlar, daha sonra da yapılabildiğini görürler. Yapıldıktan sonra da bütün dünya bunun neden yüzyıllar önce yapılmadığına şaşar.
“Efendi Colin’le de azıcık Yorkshire ağzıyla konuşmalısın,” diye kıkırdadı Dickon. “Bu onu güldürcek, zaten hasta biri için de gülmek kadar iyi bişi yoktur. Annem her sabah yarım saatçik bile odsun gönlünce gülmenin tifüslü birini bile iyileştirceğini söylüyo.”
“Bir ökse ardıcı olsaydın ve yuvanın nerde olduğunu bana gösterseydin, bunu birine söyler miydim sanıyorsun? Asla,” dedi, “bir ökse ardıcı kadar güvendesin.”
Korkarlardı, ama bir süreliğine. Çünkü insan denen mahlukun en önemli niteliklerinden biri unutmaktı. İyiliği de kötülüğü de, acıyı da mutluluğu da, korkuyu da sevinci de unuturlardı. O yüzden aynı hataları tekrarlarlardı.
"Niye kavga ediyorduk biliyor musunuz? Geçinemiyorduk çünkü. Belki ilişkinin sonuna gelmiştik, belki başından beri birbirimize uygun değildik. Ne de olsa kültür farkı..."