Ne güldüm, ne güldüm; elimi dizime vurarak deliler gibi güldüm. Boğazımdansa tek ses çıkmıyordu; dilsiz ve bitkindi benim kahkaham; ağlamak özlemini taşıyordu.
Türkiye'de ortalama ömrün ne kadar olduğuna baktı. Kadınlarda 81.2 erkeklerde 75.6 yıldı. Fena sayılmazdı, bu memlekette kadınların tek tesellisi buydu, erkeklerin ölümünün ardından bir beş yıl daha yaşayabilmek.
Garipti insanlar, sürekli üstlerine vazife olmayan şeyler yapıyorlardı.
Sürekli birbirlerinin işine karışıyorlardı.
Sürekli birbirlerinin arkasından konuşuyorlardı.
Her konuda fikir yürütüyorlar, en iyiyi kendilerinin bildiğini sanıyorlar, her zaman kendi söyledikleri yapılsın istiyorlardı.
Hayatı küçüktü, dardı ama kendi elindeydi.
İçli dışlı olunca insanlar hayatını elinden alıyorlardı.
O zamandan beri uzak durmaya çalışıyordu insanlardan.
Herkes ne çok yalan söylüyordu. Sürekli yalan söylüyorlardı. Karılarına, kocalarına, çocuklarına, akrabalarına, komşularına, patronlarına, çalışanlarına. Yakalandıkları zaman da utanmıyorlar, inkâr ediyorlar ya da yeni bir yalan söylüyorlardı.
İnsan bu. İyi olması da kötü olması da kendi özüne ve içinde bulunduğu şartlara bağlı. Şartlar kötüleştikçe kötülük de artıyor. İnsanoğlu dayanışmayı içselleştiremiyor bir türlü.
Birilerinin zerre hesap ödemeden, tereyağından kıl çeker gibi şu hayattan geçip gittiğini bilmek insanı fena yapıyordu. Bu yüzden bedduayı keşfetmişti insanoğlu, ilenmeyi, kargışlamayı, en kötü şeyleri dilemeyi.
Arafta doğanlardanmış o. Bir tarafında hayat, diğer tarafında ölüm ırmağının aktığı bir köprüde dikilip, neyi beklediğini bilemeden geçmiş ömrü, iki tarafa da meyledemeden. İkisinden birinin coşkun sularına atlayamadan.