Ey delikanlı! Gençliğin seni aldatmasın. Boş kuruntulara dalarak tövbe etmeyi hep ileriye bırakan ve öleceğini düşünmeyen nice genç vardır ki, 'Yarın ya da öbür gün tövbe edeceğim' derler. Oysa tövbeye sıra getirmeden ölüm meleği ona geliverir..
Bana küsme toprak
Yüz çevirme su
Kalbime kapanıp ağlama ey gök
Hayatın en vahşi kıvılcımları
Başımdan aşağı süzülecekse
Sen dök umutları avuçlarıma
Sevdayı sen dök
Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarını öğrendim senin.
Mahmur bir tohumdun delikanlı
Zamanın birinde Şah Şüncâ-ı Kirmâni adında büyük bir evliya vardı. Bu büyük Allah dostunun bir kızı vardı. Kirman şehrinin ileri gelenleri bu kıza talip oldu, ama Şah Şüncâ-ı Kirmâni kızını hiçbirine vermedi. Üç gün mühlet istedi. Üç gün içinde mescidleri dolaştı. Nerede abidler, camide tâdil-i erkânla namaz kılanlar, Hak'tan korkanlar,
Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen
Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen
Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryem’sin sen
RAB'be övgüler sun, ey gönlüm!
Ya RAB Tanrım, ne ulusun!
Görkem ve yücelik kuşanmışsın,
Bir kaftana bürünür gibi ışığa bürünmüşsün.
Gökleri bir çadır gibi geren,
Evini yukarıdaki sular üzerine kuran,
Bulutları kendine savaş arabası yapan,
Rüzgarın kanatları üzerinde gezen,
Rüzgarları kendine haberci,
Yıldırımları hizmetkâr eden
Sur sehrinde bir gençle bir ihtiyar daima murâkabe içindeymişler. Sûr şehrine vardım. İki kişinin yüzlerini Kıble’ye çevirip oturduklarını gördüm. Üç kere selâm verdim. Selâmıma hiç karşılık vermediler. Ben: Selâmım Allah içindir. Bana cevap verin! dedim. Genç olan kişi başını çevirdi: Ey Hafifin oğlu! Dünya azdır, müddeti kısadır. Bu azlık ve kısalıktan da çok azı kaldı. Bu çok azdan da çok nasib al. Ey ibn-i Hafif, bu dünyada o kadar rahat mısın ki, bizim selâmımızla uğraşıyorsun? Dedi.
Ey Derûn yurdunda büyüyen ırmak
Bileyim, nasıldır güneşe varmak
Erimek devlerin dert ocağında
Ve yeniden doğmak ölüm çağında
Gitmek zamanıdır öteye doğru
Çağrı bekliyorum, sade bir çağrı
Bir işaret, bir tebessüm, bir melek
Ne sen kaldın efkârımda, ne felek
Dünya bize zindan, dünya bize dar
İstanbul olsaydın, ben de bir seyyah
Elele yürürdük sonsuza kadar
Nurullah Genç
Asil ruhlu bu genç insan ruhunu sakinleştirsin ve sevgi doldursun diye "Hoşgörü Tanrıçası" tarafından gönderilmişti. Ama nerede! O, üstünde yaşamakta olan tuhaf sakinlerinden bir gülücük bile beklemeden, bu soğuk dünyaya seve seve elveda diyordu.
Son nefesini veriyordu ve yanında, tek yoldaşı gaz lambası ve üzerine yüreğinde hissettiklerini işlediği birkaç parşömen kâğıdından başka kimseler yoktu. Gittikçe azalmakta olan gücünü son bir gayretle toparlayarak, ellerini göğe doğru kaldırdı; tavanı delip geçecek ve kapkara bulutların ardındaki yıldızları görebilecekmiş gibi gözlerini hareket ettirdi.
Sonra; "Ey benim güzel Ölüm Meleğim! Gel artık; ruhum seni özlüyor. Yanıma sokul ve yaşamın zincirlerini aç çünkü onları ayaklarımda sürümekten bıktım. Ey benim güzel Ölüm Meleğim! Gel artık ve onlara meleklerin dilini anlatmaya çalıştığım için bana yadsıyarak bakan komşularımdan uzaklara götür beni. Acele et ey barışçıl Ölüm Meleği! Ve onlar gibi zavallı olmadığım için beni bu izbeliğin bir köşesine terk etmiş olan kalabalıktan uzaklara taşı. Gel ey barışçıl Ölüm Meleği! Ve beni beyaz kanatlarına sar çünkü dostlarım bana ihtiyaç duymuyorlar. Ey Ölüm Meleğim! Kucakla beni, sevgi ve merhamet dolu; hiç bir zaman bir ana öpücüğünü tatmamış bir kız kardeş yanağına değmemiş, bir sevgilinin parmak uçlarını öpmemiş olan şu dudaklarıma dudakların değsin, bırak...
Gel al beni, ey sevgili Ölüm Meleğim" diye yalvardı.
Halil CİBRAN - Bir Ozanın Ölümü Onun Yaşamıdır.
Sf. 14