Yıl 1960 , Menderes zamanı. Darbe günlerinde yaşanmış bir evin içerisinde ‘4 Gün 3 Gece’ boyunca yaşanılanlar…
Sevda ve Sedat üniversite zamanlarında tanışıp evlenmiş ; 25 yıllık evliliklerine çok şeyler sığdırmış evli bir çifttir. Sedat, İsviçre’de görevdedir ve Sedatın döneceği günün sabahı alışverişe çıkan Sevda kendini bir anda 6/7 Eylül olaylarındaki gibi ayaklanmış göstericilerin arasında bulur. Kendini apartmanına zor atan Sevda, asansörde yerde yaralı yatan Yusuf’u evine almasıyla bakın neler yaşanır… Yusuf köyden gelmiş, alevi, 21 yaşında yurtta kalan bir öğrencidir. Yusuf’u iyileştirip kocası dönmeden çocuğu evden uzaklaştırmayı hedef bilen Sevda için her şey bir anda yumak olur ve iki farklı insan bir akşam birbirlerini alkol eşliğinde tanırken kardeş-abla sınırını müstehcen bir şekilde aşar.
Darbe olmuştur. Darbe sadece ülkede değil; bu üç karakterin hayatında da etkili olmuştur. 28 Mayıs sabahında Türkiye Cumhuriyetinde yeni bir hayat başlarken Sevda için de yeni bir yaşam çizgisi oluşmaktadır.
Bazı noktaları havada kalmış hissiyle bitirsem de severek okuduğum yormadan kolayca bir günde okunan kısa bir Ayşe Kulin romanı. Belki kitabın devamı gelir.
Bir klişe nasıl bu kadar ustaca kurgulanır ve keyifli bir kitap çıkar ortaya vallahi pes. Fakir ama yakışıklı oğlan sonra kabına sığamayıp taşar ve mevlam da yürü ya kulum deyince zengin bir ailenin şımarık, memnuniyetsiz kızı ile evlenir. Çünkü büyük umutlarla kurduğu büyük hayalleri vardır ve bu hayaller için de bedeller ödemek zorundadır.
("Uyuyor musun?" diye bir sesin fısıldadığını hissetti, titredi. Suat'ın hitabına başını kaldırıp bakınca bunun kendine değil, eşinin sandalyesine eğilmiş, ona sorduğunu gördü. Bu seste öyle bir kollarına alma sıcaklığı, zevklerin hatıralarıyla titreyen gizli bir ahenk vardı ki bütün bu karıkoca samimiyet ve mutluluğunu gösteriyordu. Birbirine böyle sen diye hitap etmenin bahtiyarlığını şimdi anlamış, kendine hitap ediyor zannettiği Suat'ın sesindeki sıcaklık onu eritmişti. Şimdi bu seslenişin kendine olmadığını anlamaktan üzüldü, kahroldu. Ah bulsaydı, kendine de bu sesle, bu bakışla "sen" diyecek kadını bulsaydı...)
Hep böyle gitmezki,
talihin bize, Güldüğü zaman da gelecek duur...dur.
İmanın önünde küfürün dize, Geldiği zaman da gelecek duur...dur.
Öyle bir geldiki, Eylül-ü Seksen,
Ne Ebucehil'i, ne put'u noksan.
Ne olursa olsun yer ile yeksan.
Olduğu zaman da gelecek duur...dur.
Gelecek vallahi, gelecek bakın,
Sıkın dişinizi az daha sıkın,
Birden hayatını uzun bir Çöl gördü, yaşamaktan büyük bir yorgunluk hissetti ve “acaba vakit geldi mi?” diye düşündü, zira o kendini mutlaka intihara mahkum görürdü.
Hakikatin ifadesi olan Giresun Gençliğini tebrik ederim. Afyonkarahisar ve Dumlupınar'da sizin uşaklar da vardı. Bundan dolayı müsterih ve memnun olabilirsiniz. (9 Eylül 1924)
(