Sahip olmadığımız şeylere bakarken, "Benim olsaydı nasıl olurdu?" diye düşünme eğilimindeyizdir ve böylece yokluğunu hissederiz. Oysa bunun yerine sahip olduğumuz şeyler için sık sık şunu düşünmemiz gerekirdi: "Bunu kaybetsem ne olurdu?"
Ve çünkü bize iyi gelen ve gelmeyen şeyler hakkındaki yargımız son derece aldatıcıdır; tıpkı sonraları kendi iyiliğine olacak şeylerden insanların çoğunlukla şikayet etmesi ve acılarının kaynağı olan şeyi de coşkuyla karşılamaları gibi.
Stoacı etik esas duygu durumunu her türlü kuruntudan ve sonuçlardan kurtarmanın ve bunun yerine ona sarsılmaz bir itidal kazandırmanın peşindedir. Fakat ıstırabın hayat için özsel nitelikte olduğu ve bu nedenle bize dışarıdan akın etmediği, aksine herkesin onun kurumaz kaynağını kendi içinde taşıdığı yolundaki karşılaştırılabilir bir bilginin acı ilacını içmeyi çocuğunlukla reddederiz. Daha ziyade bizden hiç eksik olmayan acıya daima ayrı bir dışsal neden, adeta bir bahane ararız; tıpkı efendi sahibi olmak için özgür insanın kendine put yaratması gibi. Zira yorulmaksızın arzudan arzuya koşarız ve elde ettiğimiz her tatmin, vaat ettiği kadar bizi tatmin etmeyip çok geçmeden çoğunlukla utanılası bir yanılgı olarak belirdiğinde Danaos kızlarının fıçısına su doldurduğumuzu fark etmeden sürekli yeni arzulara koşarız.
İki şema kesişmesine rağmen kökenleri neredeyse karşıttır. Boyun Eğicilik şemasının kökeni, ekseriyetle hükmedici ve kontrol edici ebeveyndir. Kendini Feda şemasında ise ebeveyn, çoğunlukla yetersiz, yoksun, çocuksu, aciz, hasta ya da depresiftir.