"Dört yanı buzdan kapkalın duvarlarla, tabanlarla, tavanlarla çevrili bir su damlasının içine hapsolmuş gibi hissediyor."
Değersiz Bir Hayat
Merhabalar, bu kitabı sürekli kitap aldığım bir sahafın yoğun bir tavsiyesi üzerine almıştım lakin hiç beğenemediğim bir kitap oldu ama yine de incelemesini kendimce yapmak
•Uzun zamandır bu kadar kötü bir kitap okumamıştım. Kitap yazım yanlışlarıyla dolu. Çokça ödül almış, takdir edilmiş bir yazar nasıl olurda "Her şey" in ayrı yazılması gerektiğini bilemez! Kitabı okurken maalesef bu yanlışlar beni çok yordu. Ayrıca kitabı bir tarih kategorisinde değerlendirmek ne kadar doğru olur bilemiyorum gerçek tarihle bağı olmayan bir tarihi roman mı demeliyim? Kitap, Ertuğrul Gazi'nin mi hayatını anlatıyor yoksa bir sahabenin hayatını mı belli değil! Her şeyi hikmetli olaylara bağlanması boğucu bir hava veriyor. Ayrıca Türk tarihinde kadın her zaman el üstünde tutulmuştur fakat kitapta kadını çoğu yerde eziyor. Buna örnek olarak kız annesinin dünürü ile otururken kızından memnun değilse gebe halde kırbaçlatacağını söylemesi, kadınların bir konuda "bizim aklımız kıt, er işine ermez" demesi gibi örnekler çoğaltılabilir.
Yazarın nasıl olur da "tarihi sevdiren edebiyatçı" ünvanına sahip olduğunu anlayamadım. Uzun lafın kısası güzel bir tarihe sahip olan milletimizin çok güzel tarih kitapları varken bu tarz kitaplar tamamen zaman kaybı diye düşünüyorum. Sağlıcakla kalın☘
Merhaba SöğütYavuz Bahadıroğlu · Nesil Yayınları · 20212,726 okunma
“Rahatlık ya da hoşnutluk duyduğumu söyleyemem, tam tersine, beni eziyor bu. Ama amacıma ulaştım, öğrenmek istediğimi biliyorum artık; ocak ayından beri başımdan geçenlerin tümünü anladım. Bulantı yakamı bırakmadı. O kadar çabuk bırakacağını da sanmıyorum. Ama onu, bir dert gibi duymuyorum artık. Bu geçici bir huysuzluk ya da bir hastalık değil;
İnsanlar, birbirinden apayrı kişilikte yaratılmıştır diyorsun. İnsanda hırs denilen bir duygu var. Gözü kolay kolay doymuyor. Bu durumda, daha fazlasını elde etmek için güçlüler zayıfları ezmez mi?
Kalın mı kalın bir Tolstoy romanının daha sonuna geldim. Kitap boyunca öncelikle eleştirdiğim şey. Fransızca konuşmalarıydı. Hatta bir yerde Levin bu dil ile aslında kendi duygularını yansıtamadıklarını, kendilerini yabancılaştırdıklarına benzer bir şey söylüyordu. O kadar hak verdim ki. Bir ülke için dil herşeydir. Dil çökerse bence her şey çöker
"Bir toplum kadınlara eziyet ediyor, çocukları eziyor, hayvanlara işkence yapıyorsa ve her evden "şiddet" feryatları yükseliyorsa, o toplum zor adam olur."
Dördüncü cilt direkt Shohoku-Ryonan maçıyla başlıyor. Henüz yolun başında olan Hanamichi haliyle yedek kalıyor. Ama maç esnasında Hanamichi’nin saçmalıkları bolca devam ediyor. Üstüne üstlük Ryonan da bu saçmalıklardan nasibini alıyor. Haliyle ortada ciddi bir maç olmasına rağmen son derece keyifli anlar yaşanıyor. Maça gelirsek; Ryonan başlangıçta adeta Shohoku’yu eziyor. Ne Akagi ne de Rukawa varlık gösteremiyor. Bu da Hanamichi’yi kenarda ister istemez sinirlendirirken bir yandan da bunu oyuna girme fırsatı olarak görünce de keyiflendiriyor. Ne yalan diyeyim ben de oldukça keyiflendim Hanamichi gibi bu kısımlarda. Ama sonra üstündeki şoku atlatan Akagi ve Rukawa oyuna ağırlığını koyunca fark kapanıyor. Tam Shohoku farkı kapatırken Akagi sakatlanıyor bir anda ve sahneye girme sırası Hanamichi’ye geliyor. Sonunda ilk resmi maçına çıkan Hanamichi’nin heyecandan eli ayağı tutmazken onu gene kendi getirenin Rukawa olması da oldukça trajikomik bir an yaratıyor. Sonunda Hanamichi’nin kendini gösterme sırası geliyor. Ama cilt de burada bitiyor maalesef. Adeta tadı damağında kalıyor insanın.
Beklentiye göre değişkenlik gösteren bir kitap Ezilenler. Kurgusu, kişiler, işleyiş bakımından doyurucu. Kişilerin ruh analizleri öyle bir yapılmış ki kanlı canlı karşınızdaymış gibi hissediyorsunuz okurken ki bu yönüyle tam bir Dostoyevski kitabı diyebildim ben. (Bir de Prensin lokantadaki tiradı vardı klasik Dostoyevski romanı
Turgut Uyar'ın çok güzel şiiri vardır, "Göğe Bakma Durağı" diye. Göğe bakma durağına ihtiyacımız olacak çünkü her yere göğü örten binalar dikiliyor."İnsanın göğe bakma hakkı ve kuşun gökte uçma hakkı Allah tarafından verilmiş doğal haktır, gasp edilemez." diye bir yazı yazdım. Maalesef modern mimari bu konuda Allah'ın hakkını Allah'a vermediği gibi kuşun hakkını kuşa, insan ruhunun hakkını insan ruhuna vermiyor ve bizi eziyor, mutsuzlaştırıyor, tüm dünyada olan bu.
Sabahattin abi, bu incelemeyi okuman mümkün değil belki ama benim yazmam gerek. Kitaptaki karakter Raif bey de kendimi o kadar buldum ki ,hislerini açıklayışı daha doğrusu hissettikleri ... kesinlikle hissettiğim şeyler.. bu kitabı,kitaptaki duyguları yaşamadan yansıtması mümkün olmayan yazılar...beni mahvetti, paramparça etti beni.
Öyle keder ve üzüntüyle doldu ki yüreğim, kitabın son cümlelerinde de okurun dediği gibi artık eskisi gibi olamayacağım bende.
Anın isteklerini yaşamak gerek... Kadınların ruhundaki iniş çıkışlara aldırmadan yanında olmak onu gerçekten sevdiğine inandırmak... Çünkü bizden önce gelenler onlardan tüm güzellikleri çalmış olabilirler.
Bizde bu hırsızların günahlarını maalesef bu şekilde ödüyoruz. Yapacak birşey yok tâbi. .. aynı şekilde geçmişteki güzel anıların ızdırabını duyuyorum.. sebepsiz terk edişini anımsıyorum, bu koca dünyada iki insanın birbirini bulmasının bu kadar zor olduğu bir yerde beni terk edişin ruhumu eziyor ve bunu asla bilmeyecek olman beni mahvediyor.