Biraz evvel kapağını kapattığım kitabın ürpertisini hâlâ daha taşıyorum ruhumda. Binlerce yıl geriden en zıtların en çok benzeştiği yerden eteğine topladıklarını sarıp sarmalamış Pamuk. Efsaneleri kaderleşmesi ile, kaderlerin efsaneleşmesi arasındaki o ince arafa tutup ellerinden okuyucuyu taşımayı planlamış, ve bunu da başarmış.
Bir omzu çıkık usta, bir gözü kör baba ve halk dilinde dolap duran hikayeler de o tarihe tanıklık etmişler de ederken bedel ödemişler gibi. Bir kaplumbağa gelip oturuyor cümlelerin ortasına. Ucuz sabun ve bisküvi karışımı bir koku sarıyor bir de her yeri. Hep yaptığı gibi usta, konuşturtmuyor fazla, cehennem vadilerine davranıyor atlarını.
Yalnız belirtmeden geçemeyeceğim, kitap boyunca beni rahatsız eden bir şey var ki, Sührab. Farsça aslını görenler bilir ki o telaffuza en yakın imlâ şekli Sohrab'tır. Keşke o şekilde yazılmış olsa idi.
Otuz yıl önce gördüğüm dikenli, yabani otları kaldırım kenarlarında, boş arsalarda yeniden gördüm. Bir an kırış kırış Boyunlu kaplumbağa ile karşılaşmak ve ona bakım zaman ve hayat hakkında düşüncelere dalmak istedim. "Bak otuz yılda neler oldu!" derdi kaplumbağa. " Senin için bütün bir saçma ömür. Benim içinse farkına bile varmadığım bir zaman parçası."
Bir sanat eserinden zevk almakla ona hayranlık duymak aynı şey değildir. Hayran olmadığınız kitaplardan keyif alabilir ve keyif aldığınız kitaplara hayran olmayabilirsiniz.
Serserilik saygınlıktan daha caziptir her zaman. Viktorya dönemi orta sınıfı normalliği tutumluluk, sağduyu, sabır, iffet, Uysal'ın, özdisiplin ve çalışanlık şeklinde tanımladığından beri, bütün eğlencenin şeytana kalacağı belliydi.
Zincirlerinden kurtulmuş bir zihni sahip olmakla, insanın kendi erosion içinde başkalarından kopması arasında ince bir çizgi var. Kişinin kendi duvarları arasında fazla uzun süre kalması bir çeşit delilikle sonuçlanır. Samuel Johnson'un yaşamının da akla getirdiği gibi, "karakterler" bu deliliğin yakınında durur. Büyüleyici, u cubed en yalnızca bir adım uzaktadır.