Bir ders kitabı gibi okudum bu kitabı.
Neredeyse her sayfasında altı çizili birkaç cümle var.
Mesela rastgele 60.sayfayı açtım ve karşıma harikulade alıntılar çıktı:
* Tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi.
*Ne yeterince kötüyüz ne de ahlaklı.
...
İnsan yaradılışını o kadar iyi anlatmış ki yazar, çoğu alıntıda yazarla aynı fikirde olduğumu görüyorum.
Mesela yine rastgele açtığım 29.sayfadaki alıntının haklılığı :
*İnsan böyledir, aziz bayım, iki yüzü vardır onun: Kendini sevmeden başkasını sevemez.
...
Yazar sanki bizimle sohbet ediyor, kendini anlatıyor, itiraflarda bulunuyor.
Toplumun ikiyüzlülüğünü, insanlığın alçak yanını, yaşanan her şeyden her birimizin eşit derecede sorumlu olduğundan bahsediyor.
İnsanlık durumunun vahametini sırtlanıp alaycı ve keskin bir dille aynayı kendimize çeviriyor...
Tek cümleyle okuyun, okutturun arkadaşlar :)
Tanınacak yüzümüzün olması bizi canavar olmaktan alıkoyar mı?
Canavarlar sadece yüzünü kaybeden insanlardan mı çıkar?
Yüzünü kaybetmemiş, onu oldukça allayıp pullayan insanlar canavar olamaz mı?
Bizden olmayanı dışlayıp ölüme mahkum edersek, yüzümüz yerinde olmasına rağmen canavar sayılmaz mıyız?
Yazarın bu novellasında, anlaşılan o ki bir insanın feci şekilde yüzünü kaybetmesi, toplumdaki rolünü de kaybetmesi anlamına gelir.
Yazarın bize sorduğu soru şu:
Asıl canavar küçük Jimmie'yi kurtarmak için yüzünü kaybeden Henry Johnson mu, yoksa kendinden olmayanı nefretle dışlayan, ölüme terk eden toplum mu?
Cevap çok açık değil mi :)
Uzun zamandır okumak istediğim ama bir türlü başlayamadığım bu harika romanı, bugün bitirdim.
Okuduğum en güzel aşk romanlarında ilk sıralarda bu şaheser.
Okurken aşkı, tutkuyu, saplantıyı, sabrı,aşk acısını, mutluluğu, merhameti..., iliklerime kadar hissettim.
Kemal'e sinirlendim, kızdım ama sonunda çok üzüldüm :/
Orhan Pamuk'a hayran kaldım.
Kitabın sonundaki son sözüne kadar bu hikayeyi gerçek sanıyordum.
Masumiyet Müzesi'ni gezmeyi çok istiyorum.
Zaten merak ettiğim bir müzeydi ama kitabı okuduktan sonra inanılmaz bir istek duyuyorum Masumiyet Müzesi'ne gitmek için.
2023 yılına bu romanla başladığım için çok mutluyum.
Kitaplarını, oluşturduğu karakterlerini, işlediği konularını çok sevdiğim bir yazar olan Tolstoy'un hayatı ile ilgili itiraflarını, Tolstoy'un kendi ağzından okumak çok keyifliydi.
Varoluşu, inancı, hayatı, hayatın anlamını sorgulamasını ve bu sorgulamanın sonunda da vardığı sonuçları okurken ben de onunla aynı soruları sordum kendime. Sindire sindire, çoğu satırın altını çize çize ve bitmesini istemeyerek okuduğum bir kitaptı.
Yine soluksuz okuduğum bir Ahmet Ümit kitabı.
Adından da anlaşılacağı üzere 'Bir Aşk Masalı' nı anlatıyor yazarımız bu eserinde.
Aşkı, arayışı, sabrı, kararlılığı, mücadeyi ve son bölümünde bencilliği, açgözlülüğü, nobranlığı, zorbalığı, zalimliği anlatıyor.
5 prensimiz var romanda, beşi de aynı rüyayı görüyor aynı anda.
Rüyalarında daha önce görmedikleri bir kenti görüyorlar, kentin içinde daha önce görmedikleri ama gördükleri an dillerinin tutulduğu, hareket etmeyi unuttukları bir kıza aşık oluyorlar.
Ve arayış başlıyor; aşkı arayış, sevgiliyi arayış.
Ve aşkın aslında sevgiliye kavuşmak olmadığını, sevgiliye kavuşmak için verilen mücadele olduğunu, çekilen çile olduğunu fark ediyoruz.
O kadar güzel cümleler vardı ki kitapta, bayıla bayıla okudum ama en sevdiğim alıntı:
"Başkasının hayatını zindana çevirenler, farkında olmadan kendilerini de o duvarların arkasına sokarlar.
Çünkü her mahkûmun bir gardiyana ihtiyacı vardır."
oldu.
Çok sevdiğim bu yazarın başka kitaplarında görüşmek üzere;)