Bir gece, Yalova'da, Türk Tarih Kurumu'nun sabahın dördüne kadar süren bir toplantısının sonuna doğru, mümkünü elde etmek için mümkün olmayanı isteyen Atatürk'ün, "Türk Tarihinin Ana Hatları" eserini yetiştirmek için verdiği mühleti (süreyi) az gören Kurum Başkanı Yusuf Akçura, sırf bu imkânsızlıktan duyduğu kaygıyı anlatmak kastıyla:
- Bu kadar kısa bir zamanda bunu başarmak mümkün değildir. Geceleri geç vakitlere kadar burada münakaşalar yapıyor, gündüzleri de çetin incelemelerle çalışıyoruz, ve bu kadar yorgunluğa dayanamıyoruz, dedi.
Birdenbire Atatürk'ün gözlerinde şimşekler çaktı, yüzünü derin bir hüzün bürüdü, ve hiçbir zaman kendini terk etmeyen mehabeti (heybetliği) içinde, fakat âdeta yalvaran bir teessürle (üzüntüyle):
-Benim sizlerle geçirdiğim bu saatler benim için bir saadettir. Sizlerle yaptığım bu ilmî konuşmalar benim ruhumun yegâne gıdasıdır. Bunu görmüyor musunuz?… Bunu anlamıyor musunuz? Bunu bana çok mu görüyorsunuz?.. dedi.
Gönlünün ıstırabı yüzünden taşıyor, ve gözleri yaşarıyordu. O bu anda ne kadar güzel, ne kadar büyüktü… Ve ne kadar insandı!…