Fatma Nur Karakuş

Fatma Nur Karakuş
@fatmanurkarakus
internet bagimlisiyim
'hayat sanki benden kaçıyor, nereye gitsem orada her şeyin öldüğünü, kime dokunsam cansızlaştığını hissediyorum, hayatı ve canlılığı bulacağım bir başka yere koşuyorum, benim ayrıldığım yerde sanki hayat yeniden başlıyor ve benim yeni gittiğim yerde her şey ölüyor; hayatın hep benim olmadığım yerlerde yaşandığını düşündüğümden bütün zamanım, bir yerden bir yere koşturarak, hayatı aramakla geçiyor, ama onu yakalayamıyorum; başkalarının yaşadığını ben yaşayamıyorum, bu yüzden birlikte olduğum her şeyden sıkılıp hep uzaklardakini özlüyorum, uzaktakiler hep uzak, yakındakiler hep ölü, benim olmadığım yerlerde insanların neler yaşadığı ise benim için bir merak...'
Reklam
içinde soluk hayallerin dolaştığı gri bir boşluk vardı beynimde, o solgun hayallerin arasında kendi yazmış olduğum satırları ve onların nasıl yazıldığını bilmiyordum.
“Bir kalbi derinden sarsmak için kader her zaman sillesini vurmaya, güçlü darbesini indirmeye gerek duymaz; aksine kaderin insan hayatına müdahale etmek için duyduğu karşı konulmaz isteği, sıradan bahanelerle meydana gelen yıkımları körükler”

Reader Follow Recommendations

See All
bağırıyor, “Tanrı’dan korkun!” Hayır, artık Tanrı’dan korkmuyorum. Etraftaki genel tiksintiyi hissediyorum. Sadece iki göz benden tiksinmiyor. Üzerimde duruyorlar. Memleketimin ormanlarındaki karanlık göller gibi durgun. Eva, sen yoksa çoktan sonbahar mısın?
“Evet, artık herkes mutlu,” diye tekrarladı Lenina. Aynı sözcükler, on iki yıl boyunca her gece yüz elli kez kulaklarına tekrarlanmıştı.
Reklam
İşte, davanın aldığı şu hale bakın! Her şey doğru, hiçbir şey doğru değil!
Karanlık benim, arkadaşlarımın ve çetelerin. Burjuvalar evlerinde, sıcak köşelerinde çaylarını yudumlayıp televizyon izler, konken oynar, yün örer. Aydınlıksa bizlerin sessiz sedasız dolaştığı beyaz bir tuvaldir.
O zaman bana ne yapmak düşüyor kardeşlerim? Boynuma ip geçirileceği, sırtıma bıçak saplanacağı, ölümün bembeyaz, nilüfer rengi kolları beni kucaklayacağı ana değin yakalanmamak!
Ne kadar saçma sapan bir ad bu kitap için! Otomatik Portakal’ı da kim duymuş? Yüksek sesle okumaya başladım: “Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek istediğini olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum…”
SAVAŞ BARIŞTIR ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR CEHALET GÜÇTÜR
Reklam
“özgürlüklerini savunamayanların ödedikleri bedel ağırdır.”
“Size mesajım budur, yoldaşlar: İsyan! O İsyan’ın ne zaman olacağını bilmiyorum, bir hafta sonra da olabilir, yüz yıl sonra da ama ayaklarımın altında saman olduğunu bildiğim kadar eminim ki eninde sonunda adalet yerini bulacaktır.”
“bağnazlığı ülkü edinmek, belli bir dönemin yöneticilerine çıkar sağlasa da bilimsel düşüncenin önemini yok edememiştir. bilimsel doğru dokuz köyden kovulsa bile, bir gün on köyü birden aydınlatır”
Mantığı eşitsizliğe kurban etme; bırak mantığın işlesin ki gerçek gizlendiği yerden belirsin ve doğruymuş gibi görünen yanlış gizlensin.
Reklam
“yaşamımdan tiksiniyorum, ölümden de korkmuyorum ama bana korkunç gelen şey, yaşamış olmadan ölmek.”
“Pardon, neye gülüyorsun sen?” diye sordu Fişek. “Ben gülmüyorum.” “Mutlu olduğum için gülüyorum.” diye cevap verdi Çatapat. “Çok bencilce bir sebep,” dedi Fişek öfkeyle. “Mutlu olmaya hakkın var mı?”
“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum.”