Fenalıklara Değil İyiliklere Bak
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile alâkalı Hz. Muâviye (r.a.) şöyle anlattı: Bir seferde Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) matarasını taşıyan Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) rahatsızlanmıştı. Ben hızlı davranarak hemen Resûlüllah’ın abdest aldığı matarayı aldım, hürmetle Resûlüllah Efendimiz’in eline su dökmeye başladım. Resûlüllah Aleyhisselâm bana bakınca heybetinden başımı eğdim. Sonra Resûlüllah (s.a.v.) bana tekrar baktı ve: “Ey Muâviye (r.a.), eğer Müslümanların işlerini görmek sana verilirse Allâh’tan kork ve adaletle hareket et.” buyurdu. Bundan iyice anladım ki bu iş, benim başıma gelecektir. Abdest suyunu dökmeye devam ettim. Sonra Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ikinci defa baktı ve: “İyi bil ki benden sonra ümmetimin işlerinin başına geçersin. O vakit geldiğinde sen onların iyiliklerine bak, suçlarına ve fena hallerine bakma.” buyurdu. Bundan dolayı Hz. Muâviye (r.a.), insanlara hep yumuşaklık ve tatlılıkla davranırdı. (İslam Tarihinden Altın Sayfalar, Fazilet Neşriyat)
Fenalıklara Değil İyiliklere Bak
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile alakalı Hz. Muâviye (r.a.) şöyle anlattı: Bir seferde Resûlüllah Efendimiz'in (s.a.v.) matarasını taşıyan Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) rahatsızlanmıştı. Ben hızlı davranarak hemen Resûlüllah'ın abdest aldığı matarayı aldım, hürmetle Resûlüllah Efendimiz'in eline su dökmeye başladım. baktı ve: Resûlüllah Aleyhisselâm bana bakınca heybetinden başımı eğdim. Sonra Resûlüllah (s.a.v.) bana tekrar baktı ve: "Ey Muâviye (r.a.), eğer Müslümanların işlerini görmek sana verilirse Allâh'tan kork ve adaletle hareket et." buyurdu. Bundan iyice anladım ki bu iş, benim başıma gelecektir. Abdest suyunu dökmeye devam ettim. Sonra Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ikinci defa baktı ve: "İyi bil ki benden sonra ümmetimin işlerinin başına geçersin. O vakit geldiğinde sen onların iyiliklerine bak, suçlarına ve fena hallerine bakma." buyurdu. Bundan dolayı Hz. Muâviye (r.a.), insanlara hep yumuşaklık ve tatlılıkla davranırdı. (İslam Tarihinden Altın Sayfalar, Fazilet Neşriyat)
Reklam
HÂCE ALİ RÂMÎTİNÎ (K.S.)
Silsile-i Sâdât’ın on ikinci halkası olan Hâce Ali Râmîtinî kuddise sirruh Hazretleri, Buhârâ yakınlarındaki Râmîten’de doğdu. Lakabı, Azîzân’dır. Dînî ilimleri tahsilden sonra Mahmûd İncîrfağnevî Hazretlerine intisâb etti. Üstazı İncîrfağnevî Hazretleri, vefatları yaklaşınca irşâd vazifesini Ali Râmîtinî’ye (k.s.) emanet ettiler, diğer
İMÂM CAFER-İ SÂDIK RADIYALLÂHÜ ANH
Silsile-i Sâdât’ın dördüncü halkası olan Cafer-i Sâdık (k.s.) Hazretleri, 8 Ramazan 80 (M. 699)’da Medîne-i Münevvere’de dünyaya geldi. Ehl-i Beyt’in büyüklerindendir. Cafer-i Sâdık (k.s.), Tâbiîn’den olup Ashâb-ı Kirâm’dan Enes bin Mâlik ve Sehl bin Sa‘d’ı (r. anhümâ) görmüştür. İmâm-ı Âzam Hazretleri, Cafer-i Sâdık Hazretlerine intisâb etmiş
Selman-ı Farisi (r.a.)
Silsile-i Sâdât’ın ikinci halkası olan Selmân-ı Fârisî (r.a.), Ashâb-ı Kirâm’ın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sohbetleri şerefiyle en yüksek manevî derecelere kavuşmuştur. Ashâb-ı Kirâm arasında en hayırlı, en zâhid, en faziletli ve Peygamber Efendimize en yakın olanlardandı. Aslen İranlı olup İsfahân
Peygamber Efendimizin Taziye Mektubu
Ölüm büyük bir hadisedir. Böyle bir hadise karşısında kişinin hüzünlenmesi ve kederli bir hal alması gayet normaldir. Ancak hüznü infiale dönüştürmemek, bağırıp çığırmamak gerekir. Bir de tabii ki içine atıp bastırmamak. En güzel taziye, sevgili Peygamberimizin (s.a.v.), Muaz bin Cebel’in (r.a.) oğlu vefat ettiği zaman ona yazdığı mektuptur. Mektup şöyledir: “Bismillâhirrahmânirrahîm Bu mektup, Allâhü Teâlâ’nın Resûlü Muhammed’den (a.s.) Muaz bin Cebel’e yazılmıştır: Selamün aleyke (Allah’ın selamı sana olsun) Muhakkak ki mallarımız, çocuklarımız, ailemiz Allâhü Teâlâ’nın, bize bahşettiği nimetlerdir. Bunlar Allâhü Teâlâ’nın bize emanet olarak verdiği şeylerdir. Onlardan belli bir vakit faydalanırız. Sonra vakti gelince Allâhü Teâlâ, onları bizden alır. Onun hakkı, bize verdiği zaman, şükretmemiz, geri aldığı zaman da sabretmemizdir. Senin oğlun da Allâhü Teâlâ’nın sana bahşettiği nimetlerden ve faydalanman için sana verdiği emanetlerden biri idi. Sevinç ve iyi bir hal ile oğlunla seni faydalandırdı. Sonra da bir ecir ve sevap karşılığında onu senden aldı. Sakın feryat ve figan etme. Zira bu, senin alacağın sevabı yok eder. Eğer bu musibetin sevabı sana gösterilse, başına gelen musibet elbette ona nispetle çok küçük kalırdı. Allah’ın vaadini sabırla bekle. Vesselam…” (Şir’atü’l-İslâm, Fazilet Neşriyat, İstanbul 2012 s.246.)
Reklam
EŞ-ŞEYH EBU’L-HASAN EL-HARKÂNÎ (K.S.)
Silsile-i Sâdât’ın altıncı halkası olan Ebu’l-Hasan el-Harkânî (k.s.) Hazretleri, devrinin en büyük âlimi ve zamanının kutbu idi. Onun mübarek sözlerinden bazıları şunlardır: “Dünyada âlimler ve ibadet eden kullar çoktur. Fakat Allâh’ın razı olacağı şeyle akşamlayıp yine onun razı olduğu şeyle sabahlamak lâzımdır.” Yani devamlı Allâhü Teâla’nın
Bir talebe, elindeki Mushaf-1 Şerîfle mektepten çıkmıştı. Şâh-1 Nakşibend(k.s.) Hazretleri ile karşılaştı, selam verdi. Şâh Nakşibend(k.s.), talebenin elindeki Mushafı alarak açtılar; Kehf Sûresi'nin on sekizinci âyet-i kerîmesindeki şu kısım çıktı: Mealen, (Ashab-1 Kehfin) Köpekleri de iki kolunu kapı tarafına uzatmış bir haldedir... Bu kısmı okuduktan sonra tevazu göstererek "Ben de onun gibi olmak istiyorum." buyurdular. (Silsiletü'z Zeheb Silsile-i Sadat-1 Nakşibendiyye, Fazilet Nesriyat, Istanbul 2016, S. 167-168) Şâh-1 Nakşibend (k.s.) Hazretleri "onun gibi olmak istiyorum" derken neyi kast ettiler, kime karşı, kimleri korumak için böyle düşündüler ,detayları düşündürücü
Peygamber Efendimiz'den (s.a.v) itibaren silsile kitapları hız kes mez. Arapça ve Osmanlıca kaynaklardan derç edilen bütün silsile leri Fazilet Neşriyat'tan çıkan Silsile-i Saadat kitabından okuduğu nuzda bu inanç silsilesinden haberdar olabilirsiniz, soyağacına bir de bu cihetten bakmanız hayatınıza daha da fayda sağlayacaktır.
Türkiye'nin son birkaç yüzyıllık tarihinde yalnız bir defa, millî mücadele devrinde muzaffer olabilen ahlâk ve fazilet, bunun dışında mütemadiyen yenilmiştir. Türk halkına istikamet vermekle, onu hep daha iyiye, daha güzele doğru götürmekle vazifeli müesseselerin ahlâk ve fazilet bakımından arz ettikleri manzara, görmesini bilip de bakanları ağlatacak kadar berbattır. | Galip Erdem, Ülkücünün Çilesi, Ötüken Neşriyat, 13. Basım: İstanbul-2020, s. 33.
Sayfa 33 - Ötüken Neşriyat, 13. Basım: İstanbul-2020Kitabı okuyor
Reklam
Osmanlı Devleti Söğüt'te kurulduğu 1299 yıllarında 400 atlıya sahip bir uç beyliği iken, 1326'da Bursa'nın fethi sırasında Orhan Bey 38.000 süvariye kumanda ediyordu. Bu asker artışı, nereden geliyordu? Fethedilen topraklardan toplanamazdı. Zira bu yerin ahalisi Türk değildi. 400 çadırlık bir aşiret, 27 senede bu kadar çoğalamazdı. Selçuk Sultanlığı, asker yardımı yapacak halde değildi. O halde artış nereden geliyordu? Öyle anlaşılıyor ki, Bizans ucundaki bu beylik bütün Türk âleminin ülküsünü temsil ediyor, Türklük âleminin, fetret devrinde bile asla vazgeçmediği, İstanbul fethinin ve dünya hâkimiyetinin mümessili sayılıyordu. Millî şuur ve ülkü Horasan'dan İzmir'e kadar her yerdeki Türk'ü Ertuğrul sancağına çekiyor, şeyhler, müftüler, müderrisler eli kılıç kabzasına yakışan her yiğidi, gönlü fazilet aşkı ile dolu her mümini, kafası salim düşünceye açılmış her talebeyi Söğüt Beyliği'ne sevk ediyordu. Küçük beylik az zamanda Türk âleminin otağı haline geldi. | Dündar Taşer, Mesele, Ötüken Neşriyat, 2. Basım: İstanbul-2019, s. 31.
Sayfa 31 - Ötüken Neşriyat, 2. Basım: İstanbul-2019Kitabı okuyor
Bazı yerlerde, ehl-i imanın nokta-i istinadının yıkılmaya başladığı ve bir kısım esbab ve neşriyat, imanın erkânına karşı muhalif cephe alıp Allah'ı inkâr eden insanlar alenen ve tefahurla dolaştığı ve Kur'an'ın evamirine muhalif hareket etmek ve manevî kuvvetlere inanmamak, icad ve tasni hakkını şuursuz, kör, sağır tabiata vermek bir şiar-ı medeniyet ve irfan ve münevverlik telakki edildiği yürekler titreten şu dehşetli asırda, Kur'an'ın bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'u telif ederek, muzdarip ve iman âb-ı hayatına muhtaç pek çok bîçare gönüllere panzehir hükmünde olan devalarını vererek onlara saadet-i ebediyeyi müjdeleyen ve davalarını gayet kat'î bürhan ve hüccetlerle ispat eden, hakikat cadde-i kübrasında kudsî ve muazzez rehberimiz ve ‎ اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ‎ sırrıyla Risale-i Nur ile imanlarını kurtaran yüz binler Nur talebesinin hasenatının bir misli defter-i a'maline geçen fazilet-meab efendimiz!
Yine denilmiştir ki: İnsan, hayâta bir lahzada kolaylıkla gelivermiş olmadığı gibi kolaylıkla geçip gidiverecek de değildir. O, ciğerlere işleyecek şiddetli bir meşakkat ile kuşatılmış olarak ve Allâh’ın inâyeti ile tavırdan tavra o meşakkatler içinden geçirtilerek yaratılmış, o sûretle insan olmuştur. Demek ki mihnet ve meşakkat içinden insanlık gâyesine ermek, insan yaratılışının bir lâzımı ve herşeyi yaratan Cenâb-ı Hakk’ın bir kanunudur. İnsan hadd-i zâtında âciz, halsiz ve kuvvetsiz iken Allâhü Teâlâ’nın büyük bir inâyet ve himâyesine mazhar olmuştur. O hâlde insanın, kâmil bir insan olmak için bunu bilerek mihnet ve meşakkate göğüs germesi ve o meşakkat içinde kendisini koruyup kuvvet veren Cenâb-ı Hakk’a şükrünü edâ etmek üzere vazîfeye koyulması ve öyle acınacak kullara da merhamet ederek halâs ve rızâ yoluna gitmesi lâzım gelir. (Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili Tefsîri, Fazilet Neşriyat)
19 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.