dünyada, yazgıya karşı zırhlı ve insanlara karşı silahlı, demir gibi bir akla gerek vardır. Çünkü tüm yaşamımız bir savaşımdır, attığımız her adımda çatışma çıkar ve Voltaire haklı olarak, "İnsan dünyada elinde kılıcıyla varlığını sürdürür ve elinde silahla ölür" der. Bu yüzden, bulutların bir araya kümelendikleri ya da daha ufukta görüldükleri anda, ezilip büzülen, ümitsizliğe kapılan ve sızlanmaya başlayan birisi, korkağın tekidir. Oysa sloganımız şu olmalı:
Belanın karşısında sinme, onu yüreklilikle karşıla.
iç dünyası zengin olan bir kişi yazgıdan çok şey beklemez; buna karşılık bir aptal, sonuna dek bir aptal olarak, bir hödük olarak kalır; isterse kendisi cennette, etrafı hurilerle çevrili olsun. Bu yüzden Goethe der ki:
Halk ve hizmetçi ve ermiş kişi,
Her zaman teslim ederler ki,
Yeryüzü çocuklarının en yüce mutluluğu
Sadece insanın kendi kişiliği.
Varsayalım insan soyu kaldırılıp her şeyin kendiliğinden gelişip olgunlaştığı, sütlerin balların yerden kaynadığı, yiyeceklerin dallarından koparılmayı beklediği, herkesin gönlünden geçirdiğini hiç vakit kaybetmeksizin önünde bulduğu ve elde etmekte hiç güçlükle karşılaşmadığı Utopia ülkesine götürüldü;
o zaman ne yapardı bu insanlar? Ya can sıkıntısından ölürlerdi, ya kendilerini asarlardı ya da olmadı birbirlerine düşerler, kavga dövüş birbirlerini boğup öldürürlerdi.
Her ne kadar insanı peşine düşmeye davet eden mutluluk ve kaçıp kurtulmaya zorlayan mutsuzluk çok değişik biçim ve kılıklara bürünürse de bütün bunların maddi temeli yine de bedensel zevk veya acıdır.