Daha önce hayvanlara mezbahalarda yapılan işkencelerle ilgili belgeseller izlemiş olsam da izlemiş olduğum hiçbir şey beni tam olarak vejetaryenliğe ikna edememişti. Bunun sebebini de yine bu kitapta buldum: okumuş olduğumuz yazılar izlediklerimize oranla bizi vejetaryen olmaya daha ikna edici oluyorlarmış. Hepsinin ötesinde feminizm ile vejetaryenlik arasındaki sıkı bağı keşfetmem, yemek yemenin ahlakla bağlantısını anlamam, vejetaryenliği sağlam bir mantığa oturtabilmem bu kitap sayesinde oldu. Kitaptan bir alıntıyla kitabın anlatmak istediği şeyi belki biraz verebilirim: “Hayvanları yemek, erkek egemen değerlere ayna tutar ve onları temsil eder. Et yemek, erkek iktidarının her öğünde yeniden ilan edilmesidir. Ataerkil göz, (sofraya baktığında) ölü hayvanın bölümlere ayrılmış etini değil iştah açıcı yemeği görür. İştahımız erkek iktidarını ilan edebiliyorsa, hayvanları yemeye ilişkin davranışlarımız bu devralınan kültürü ya maddeleştirecek ya da sorgulayacak demektir. Et erkek egemenliğinin simgesiyse, etin (sofradaki) varlığı kadının güçsüzleştirilmesi demektir.”