Parmaklıkların arasından , kışa meydan okuyan sık bitkilerle süslü , kaldırım taşalı döşeli avluyu inceledi. Binaların cephesi karanlıktı. Dümdüz uzanan , süssüz saçak silmeler. Ferforje balkonlar. Zamanda yolculuk yapmak gibiydi. Bu binalar XVII. veya XVIII. yüzyıla ait olmalıydı. Gerginliğine rağmen , mekanın çarpıcı güzelliğini keşfediyordu. Kaldırım taşları , bina cepheleri , yaprak süslemeler , boya yerine cıvayla belirginleştirilmiş bir tablo gibi parlak griydi.
Beyaz badanalı, içten merdivenli, iki katlı bir ev. Deniz gören, korkulukları yeşile boyanmış, çocukluğumuzda bayramlarda hediye edilen mendiller kadar küçük bir balkon.
Dört odalı bir otel burası! Yatak odasında aynalı karyola var, yaylarının dizleri tutmadığı için gıcırdıyor. Uyumaya niyetlenmediğim için bilmiyorum henüz.
Duvarda siyah beyaz
Murat Musut Badana yapiyormus, bende gidipyardım edeceğim... "demir parmaklıklar" ile "merdiven ferforje" 'lerini boyuyacağım.
Akşama da "çay, kahve" eşliğinde , "kazak ile atk"ı öreriz artık...🤣
Açık mavi gökyüzünün altında , her ayrıntı , önce akkorlaşıncaya kadar ısıtılmış , sonra soğuk suya daldırılmış bir ferforje motifi gibi belirgindi. Her bir öğe , her bir yüz , güneşin ısısı ile buz gibi rüzgarın soğuğu arasında taşlaşmış gibiydi.
Biz de isterdik payetli kırlentlerimize zeval gelmesin, küçük ferforje bisikletlerin sepetine konulan balık krakerlerimizi herkes görsün, çay bardağının içindeki minik kek çırpıcılarımız dikkat çeksin..
Annunziata adlı köyün güzelliğini, siyah ferforje balkonlu bembeyaz evlerini, her evin nasıl sardunya veya zambaklarla dolu saksılarla süslü olduğunu anlatıyordu. "Bizdeki gibi bir iki saksı değil, çiçek taşan bir sürü saksı."
Büyükada'da vapurdan inip saat kulesine doğru yokuşu tırmandılar, faytonların beklediği alana gelip sıradaki faytona bindiler. Rüya mıydı?
Mesut Bey elinden tutarak Dürdane'ye yardımcı oldu, Dürdane nazlıca kuruldu kırmızı kumaş döşeli arabaya. Üzerinde camgöbeği renginde bir ipek emprime rop.
"Dil'e çekiniz arabacı!"
"Baş üstüne
‘Çilingir sofrasındaki çilingir de eskiden “ferforje işi yapan” ya da bugün “kilitçi” anlamına gelen çilingir değil. Farsça şilengâr,yani “şölen donatan”.’