Fakat içimde öyle bir şeytan var ki... bana her zaman istediğimden
büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş... Yalnız ben değil,
hepimiz onun elinde bir oyuncağız...
Hepimizin zayıflık anları olur, dedi,
hâlâ çok işimize yarayan bir şey varsa o da ağlayabiliyor olmamız, ağlamak bizim için bir kurtuluştur, öyle durumlar var ki ağlayamasak ölürüz.
Zayıflığımızı göstermek istemediğimizde böyle yaparız. İyiyim deriz ama aslında ölüyoruzdur, halk arasında buna "kan kusup kızılcık şerbeti içtim" demek denir ve bu içsel dönüştürme fenomeni yalnızca insan türünde gözlenir.
Sonunda vicdanımızı kanımızın rengine, gözyaşımızın tuzuna karıştırdık ve bu da yetmezmiş gibi, gözlerimizi içeriye dönük aynalar haline getirdik ve onlar da sonuçta çoğu zaman ağzımızla inkâr ettiğimiz şeyleri hiç çekinmeden gösterir oldu.
Kitaplardan başını kaldırmıyor, kimse ile ahbap olmuyordu. Kendi yaşında çocuklara mahsus olan neşelerden, hüzünlerden, hoppalıklardan onda eser yoktu, yaşlı başlı bir insan gibiydi. Kalbi bütün sevgilere, ümitlere kapanmıştı...