Tasavvuf bütünüyle edepten ibarettir. İnsanın yaşadığı her anın, her halin, her makamın kendine göre bir edebi vardır. Bu edebe her zaman riayet eden kimse, Allah dostu olur.
Tasavvuf yolunun büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerinin şu sözü ne kadar anlamlıdır!…
"Biz tasavvufu ondan bundan nakil ve kuru laf ile elde etmedik. Ona Allah için açlık çekerek, dünyalık isteklere rağbeti terk ederek ve sevip
alıştığımız şeylerden uzaklaşarak sahip olduk."
Aslında bilmediğimiz için, anlamadığımız bir konuyu hemen inkâr etmemeliyiz. Aksi halde ‘mümine kâfir, âlime cahil, veliye gafil insan!..’ demiş olabiliriz. Bu ise dinimize göre yanlıştır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bana şükredin, sakın nimetlerimi unutup nankörlük etmeyin.” İnsanlardan görülen bir iyiliğe teşekkür etmek de böyledir. Peygamber Efendimiz’in emrettiğine göre, birinden iyilik gören kimse, elinden geliyorsa o iyiliğe karşılık vermelidir; karşılık vererek maddi gücü yoksa ona duâ etmelidir. Çünkü insanlara teşekkür etmesini bilmeyen Allah’a da şükretmiş olmaz. Allah’a en çok şükredenler, insanlara en fazla teşekkür edenlerdir.
İnce bir sızı gibi dağıldı sokaklar
Bulutlar lâl oldu gece dökemez yaşı
Örtün üstüme örtün, yıldızsız karanlıkları
Seyrimden geçiyor ruhumun hayâl hülyaları
Çözülmez ki sırrımız ayna karşısında
Bugün bir acı var sisli göz yaşlarımda
Biz ne umutlar ekmişiz toprağın altına
Rehberim yok, uykum yok, bîçâreyim sana.
Satır satır yazılan bu yol seherlerde
Kim geriye çeker bizi kara gözlerine değince
Bâkî der ki sen ince bir ruh, bense etten bir ruh
Bu kara zemherin adı yok, yüzü yok, dermana geldim sana.
Bâkî