Haluk Özcan

Haluk Özcan
@fortinbras1
All that glitters is not gold, often have you heard that told.
William Shakespeare
William Shakespeare
Una volta che avrai spiccato il volo; deciderai sguardo verso il ciel saprai: lì a casa il cuore sentirai.
Leonardo da Vinci
Leonardo da Vinci
Bir insanın bir insanı vurması,öldürmesi,genellikle, öfke,korku ya da baskıyla açıklanan bir iştir. Öfke, korku,baskı, kolaylıkla birbirine dönüşür; biribirinin kılığına girer;dışarıdan geleni içten, içten geleni dışarıdan gelirmiş gibi gözükür. Benin, benliğin altta kaldığı duygusunun birer görünümüdür üçü de. Gecenin işçileri, hep altta kaldığı duygusuyla bunalmış insanlardan mı derlendi.
Sayfa 61 - MetisKitabı okudu
Reklam
Onumsuz hastalıklarda da hekime gidilir, çare aranılır, çırpınılır; unut-ya da, bir çeşit umutsu duygu- yitirilmez, ya da, yitirilmemişmiş gibi davranılır; gene de, bilinir ki…
Söylenti elbet, bütün bunlar. Doğrusunu kimse bilmiyor. Ayrıca, bilinecek bir doğru var mı? O bile bilinmiyor.

Reader Follow Recommendations

See All
I. Dipnot
Kestirip atmak güç ya, kimi yazarın dilinde söyleyişin en incesini sözcüklerin birer ok gibi art arda fırlatılması sağlar, kimininkinde ise bir karasu gibi akış. Benim dilim çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gövdenin yumuşaklığına, dalgalanışına ulaşmalı.
Karanlığın içinde,şimdilik, yaşamını sürdürebilirmiş gibi görünen şey,daha önce söyledik,dil…Dil. Düzeltmenin şu yalnızlığını biliyor, söylüyor.
Sayfa 24 - MetisKitabı okudu
Reklam
“…ama şimdi gidersem vesilesi olduğum hüsranın ağırlığıyla sokağa çıkar çıkmaz bir kamyonun altında kalmaktan korkuyorum. Onunkinden değil, kendi ahımdan korkuyorum. Ben bu hayatta en çok kendi ahlarımdan korkuyorum.”
Sayfa 35 - Son Bir Çay hikayesindenKitabı okudu
“ “Ben önemli değilim,” diyordu, “Sen de değilsin. Kendini önemli sananların hiçbiri önemli değil. Yaşa sadece.”
“Kalanlar” öyküsünden…
“… Peki,uçağa binmek üzere bilmem kaç numaralı kapıda beklerken o, nasıl duygularla baş etmişti? Filmler o uçağa binmekten son anda vazgeçen insanlarla doluydu ya, gerçek hayatta da böyle miydi?…Zira her şeyden önce bir ülkeden nasıl gidilir, bir ülke nasıl geride bırakılır, bir ülke insanın canına tak eder, insan bir ülkenin tekmesine tokadına da dayanamaz olur sorularını yanıtlamam gerekiyordu. Bunlar beniö bilmediğim şeylerdi. Ben bu hikayenin yolcu edeniydim, burada kalmayı seçeni.”
Sayfa 18 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
Bir kral danışmanı olmak için yeterli meziyetler :)
Yok canım, yeri geldi mi, Usta bir tragedya oyuncusu gibi rol yapabilirim; Konuşur, dört yanımı kollar, büyük bir merakla Gözlemlerim her şeyi; kuşku duyarmış gibi, Sararıp bir saman çöpü gibi titrerim. İstersem korkunç bakışlar fırlatır, İstersem zoraki gülücükler sunarım; Duruma ve yerine göre hazırdır her biri.
“Eğer vicdana sahipsen hazır ol dilenmeye. Tehlikeli diye kovulur kentlerden, kasabalardan. İyi yaşamak isteyen insan kendine güvenir, Onsuz yaşamaya çalışır.”
Reklam
Günümüzde acı, zevk ve duyguların bencilleştirilmesi.
Palyatif toplum acıyı “tıbbileştirerek” ve “özelleştirerek” siyasetten arındırır. Böylelikle acının toplumsal boyutu baskılanır ve bastırılır….Neoliberal performans toplumundaki yorgunluk bir “ben-yorgunluğu” olduğu ölçüde apolitiktir…İnsanları biz olarak bir araya getirmek yerine tekilleştirir.”
İşte bunlar hep kişisel gelişim, motivasyon zırvaları vs
İktidarın yeni formulü “mutlu ol”dur. Mutluluğun olumluluğu acının olumsuzluğunu yerinden eder. Olumlu bir duygusal sermaye olarak mutluluk kesintisiz bir performans yetisi sağlamak durumundadır. Kendini motive ve optimize etme uğraşları neoliberal mutluluk dispozitifini oldukça verimli kılar. Bağımlı kişi bağımlılığının farkında değildir.Kendini özgür sanır…”
Sosyal medya ile insanın “acı ve olumsuzlukla” mücadelesi
Palyatif toplum aynı zamanda bir “beğendim” toplumudur da. Bir beğeni çılgınlığına kapılmıştır. Her şey beğeni kazanana kadar düzleştirilir. “Like” günümüzün imi, hatta ağrı kesicisidir. Sadece sosyal medyaya değil, kültürün bütün alanlarına hakimdir. Sadece sanat değil, bizzat hayat “instagramlanabilir” olmak durumundadır; yani acı verebilecek keskin kenarlar, uçlar, çatışmalar, çelişkiler giderilmiş olmalıdır.
Sayfa 15 - Metis YayınlarıKitabı okudu
“Zihnim çok meşgul olmasına rağmen, ba­zen ben de söze karışmaya kalkışıyordum. O zaman avu­katım, “Siz susun, davanız için böylesi daha iyi,” diyordu. Yani, bu davanm benim dışımda görülür gibi bir hali vardı. Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu. Kade­rim, bana fikir sorulmadan belirleniyordu.”
“Günlerin nasıl hem bu kadar uzun hem de bu kadar kısa olabile­ceklerini anlamamıştım. Bu günlerin yaşanması uzun sürüyordu şüphesiz, ama bunlar o kadar genişleyip ya­yılmışlardı ki, sonunda birbirlerinin içine taşıp yayılıyor­lardı. Adlarını bile kaybediyorlardı. Benim için sadece dün ya da yarın sözcüklerinin bir anlamı vardı.”
“Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı” L.Wittgenstein
“Soruları yalnız başıma ce­vaplayabileceğimi söyledim. Masanın üzerindeki bir düğ­meye bastı. Genç bir zabıt kâtibi gelip neredeyse dibime oturdu. İkimiz de koltuklarımıza kurulduk. Sorgu başladı. Önce, beni sessiz ve içine kapanık biri olarak anlattıklarını söyledi, bu konuda ne düşündüğümü bilmek istedi. “Hiçbir zaman söyleyecek fazla sözüm yoktur, onun için susarım,” diye cevap verdim.”
Reklam
Meursault’un yaşlı komşusunun köpeğini kaybetmesi üzerine…
“Onu benden alacaklar, anlıyor musunuz. Bari biri onu yanına alsa. Ama bu mümkün değil, kabuk tutmuş yaralan yüzünden herkes iğrenir ondan. Kesin polisler alacak onu.” Ben de bu durumda, köpek bannağına git­mesini, bir ücret karşılığı köpeği geri vereceklerini söyle­dim. Bana bu ücretin yüksek olup olmadığını sordu. Bil­miyordum. Öfkelendi, “Bu mendebur için bir de para mı vereceğim? Gebersin!” dedi. Sonra da köpeğe küfür et­meye başladı. Raymond gülerek eve girdi. Ben de peşi sıra gittim, bizim katın sahanlığında aynldık. Biraz sonra ihtiyann ayak seslerini duydum, gelip kapıma vurdu. Ben kapıyı açmca bir süre eşikte durdu ve bana, “Affe­dersiniz, affedersiniz,” dedi. İçeriye davet ettim ama gir­mek istemedi. Yere bakıyor, kabuk tutmuş yaralarla dolu elleri titriyordu. Yüzüme bakmadan, “Onu benden al­ mazlar, değil mi Mösyö Meursault? Ama alacaklar galiba.O zaman ben ne yaparım?” diye sordu. Hayvan barı­nağında köpekleri sahiplerinin gelip alması için üç gün tuttuklarını, sonra da doğru bulduklarını yaptıklarını söy­ledim. Bir şey söylemeden yüzüme baktı. Sonra bana, “İyi akşamlar,” dedi. Kapısını kapattı, odasında dolaştığı­nı duydum. Karyolası gıcırdadı. Duvarın arkasından ge­len tuhaf, kısık seslerden, adamcağızın ağlamakta oldu­ğunu anladım.
Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin temeli bir nevi…
“ “Oysa hekime göstereceğiniz,siniriniz, kafanız değil, oldukça değersiz,soyluluktan oldukça uzak bir yeriniz…” Ölüm her türlü yere yetişebilir. Ama insanlar konuşurken soylu hastalıklarla soylu yerlerinden söz ettiklerinde ne kadar daha etkili olurlar! Ulumak, hiçbir şeye çare olmaz, ama aranması gereken şeyler var…İnsanlar yaşama, başkalarının yaşamına, başkalarına gitgide daha saygısız oluyorlardı. Hoş, saygısız olmak da değildi bu; saygıyı hiç bilmemiş, hiç öğrenmemiş olmalarıydı. Bir güzellikle karşı karşıya geldiklerinde tanıyamamaları, içlerinde, bir kıpırtı olsun, duymamalarıydı.
“Haluk ince ince gülüyor, ne desem gülüyor bu çocuk.”
“Bir zamanlar kediymişim ben Haluk. Sonra herhalde kediler arasında işlenebilecek en büyük suçu işlemişim ki dünyaya bir daha gelişimde insan olmak cezasına çarpılmışım…”
“Usancı, bezginliği bir an unutturan bir şey varsa, yaşama sokuverdiğimiz umuttur. Yaşama katabildiğimiz, katmağı becerebildiğimiz umuttur…”
“Çağımız, suçluluk modaları çağı. Suçluluk duygusu epey para kazandırıyor. İnsanı önce hiçbir şeye, hiçbir şeyle doymaz kılacaksın, sonra, doymağa yeltenmenin ne kadar kötü,ayıp,tehlikeli,hastalık yaratıcı olduğunu söyleyecek, söyleyecek, söyleyecek, beyinlere kakacaksın. Duyuru sanayiinin kazanıp kazandırdığı paraların kefaretini ödemek için basın para kazanacak. Geçinip gidiyoruz işte…”
“…Neden iyiliğin kökenini incelemezler,araştırmazlar? Herkesin derdi “kötülük” ya da “iblisliğin kökeni”. Eğer serseriler kötülük yapıyorlarsa bu onların tercih hakkı. Yani adamlar kötülüğü benimsemişler. İyiler de iyiliği… Ben kötülüğü yeğleyenler arasındayım. Yetke hiçbir zaman kötülüğe izin vermez ne yazık ki…İnsan kişiliği koca Tanrı’nın en büyük eseridir. O bununla övünür. Kişiliksiz yaratıklar kişilik sahiplerini ezmeye çalışırlar bu dünyada kardeşlerim.”
Reklam
Kendinizi başkasına anlatmayın.. Sizi sevenin buna ihtiyacı yoktur. Sevmeyen de inanmayacaktır zaten… Onun hayatında bir seçeneksen, Onun senin bir önceliğin olmasına izin verme. İlişkiler en iyi dengeli olduğunda yürür… Uyandığında iki seçeneğin var… Tekrar uyuyup bir rüya görmek, ya da uyanıp rüyanın peşinde koşmak… Bize değer verenleri ağlatır, vermeyenler için ağlarız… Bizim için hiç ağlamayacaklara değer veririz… Garip ama gerçek… Bir kez bunu anlasak değişmek için hiçbir şey geç değil… Mutluyken söz, üzgünsen cevap, öfkeliysen karar verme… Zaman nehir gibidir… Aynı suda iki kez yıkanılmaz… An’ı yaşa, geçen su bir daha gelmez… Hep meşgulsen, hiç müsait olamazsın… Hep zamanının olmadığnı söylersen, hiç zamanın olamaz… Hep “yarın yapacağım” dersen, yarın hiç gelmez…“
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok. Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok. Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok. Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
Kıştan Kalan Soğukluk yine de kötü bir kış geçirmedik sanıyorum altın düştü örneğin karlar beyaz yağdı, direndi uzun zaman geleceğin sevgisi bir aklık olarak başladı sevgilim senin ellerin bir keçi sever kadar taze sevgilim kolera yavaşladı
Konuş Iago konuş! Mümkünse Kenneth Branagh olarak! :)
Heyecanlanmayın efendim, Sırası gelince öcünü almak için hizmetindeyim. Ne hepimiz efendi olabilir, Ne de her efendi kendine bağlı birini bulabilir. Nice görev delisi, diz kıran salak görürsünüz, Sürtünüp kölelik etmekten vazgeçmez hiçbir zaman, Boğaz tokluğuna ömrünü tüketir sahibinin eşeği gibi; Bir kocamıya görsün kolundan tutup atıverirler, Bence bu erdemli salakların hepsini kırbaçtan geçirmeli. Bir de bunların başka cinsi vardır, İlk bakışta işinin tam adamı gibi görünürler, oysa hep kendi çıkarlannı düşünürler; Hizmet gösterilerinde bulunup efendilerine, Kendi kazançlarını gözetip ceplerini doldururlar; Sonra da efendilerini bırakıp kendilerinin efendisi olurlar. İşte akıllı diye ben bunlara derim; Ben de bunlardan biri olduğumu itiraf etmeliyim, Çünkü efendim, sizin Roderigo olduğunuz kadar, MağripIi olsaydım eğer, Iago olamayacağım kesin. Kendime hizmet ediyorum, ona hizmet ettiğim için. Tanrı tanığımdır, ne sevgimden yapacağım bu işi, ne de görev diye, Öyle görünüp çıkarıma bakacağım sadece; Yoksa düşündüklerim, niyetlerinı Görünüşüme, davranışımıa yansısaydı eğer, Çok geçmez herkesin diline düşer, kargalar gagaIardı beni, Çünkü göründüğüın gibi değilim. ben...
Bir akşam üzeri Lady Windermere, Lady Arthur'la bahçede bir ıhlamur ağacının altında oturmuş, küçük oğlanla kızın iki güneş ışığı gibi, iki yanı güllerle süslü yolda oynayışlarını seyrederken, birden evsahihesinin elini eline aldı ve "Mutlu musun Sybil?" diye sordu. "Sevgili Lady Windermere, elbette mutluyum. Siz değil misiniz?" "Mutlu olmaya vaktim yok, Sybil. Her zaman bana takdim edilen son insanı beğeniyorum; fakat genellikle insanları tanır tanımaz onlardan bıkıyorum."
"Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde, Oysaki seninle güzel olmak var Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi... Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda  Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.  Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte, Sen de bir başkasına  veriyorsun daha güzel... O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele.  Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk Birleşiyoruz sessizce. 
Reklam
"Ne yani bütün yaptığın bu muydu? Hep konuş, konuş, konuş? Yiyeceğiniz eti kim avlardı? Keçileri kim sağardı? Kim balık tutardı?" . . . "Bize yiyecek getirenlere özgür insanlar derdik. Ne şaka ama ... Yöneten sınıflar olarak bizler bütün toprakların, bütün makinelerin, her şeyin sahibiydik. Yiyecek getirenlerse bizim kölelerirnizdi. Ellerindeki bütün yiyecekleri kendimize alır, aç kalmayıp çalışarak bize yiyecek getirmeye devam etsinler diye onlara da azıcık bir şeyler verirdik. .. "
Antik diyarlardan bir gezgine rastladım. İki büyük ve çıplak taş bacak, dedi; Duruyor çölün ortasında dikili. Hemen yanında, kumların üzerinde, Yarısı yere gömülmüş bir çehre; O çatık kaşları ve soğuk dudakları Belli ki, onu çok iyi resmetmiş heykeltıraşı. Öykünen bir el ve besleyen bir yürek ile, Öyle bir damgalamış ki tutkuları o cansız şeylere, Dayanabilmeyi başarmış ta bu güne. Kaidesinde ise şu sözler yazılı: "Benim adım Ozymandias, kralların kralı; Eserlerime bak ki, bilesin haddini." Fakat hiçbir şey kalmamış geri. Ve o yok olmakta olan harabenin dört bir yanında, Yalnız ve dümdüz kumlar uzanıyor uzaklara.