Adı Ahmet’miş. Oradaki caminin imamıymış. Cuma namazına giderken (o gün cumaydı) fes takarmış. “Neden fes?” diye sorunca, “Müslüman Türküm de ondan” dedi.”Müslümanlığını bilmem ama, Türklerin artık bunu kullanmadıklarını biliyorum” dedim başındaki fesi dürtükleyerek. Besbelli ki, İmam Hatip Liselerinin ilk parlak ürünlerinden biriydi o oğlan. Ömrümde hiç kimseye el kaldırmayan ben, öğretmenliğimin olanca otoritesiyle, yüzüne iki tokat atıp, o fesi başından alarak yere fırlatmak istedim. İçimden geleni yapmadığıma da hâlâ pişmanım. “İşte tam gardrop Atatürkçülüğü” diyeceksiniz. “Başında fes varmış, sarık varmış, sıkmabaşmış, ne önemi var?” diyeceksiniz. “Asıl sorun kafasının içini değiştirmek” diyeceksiniz. Ama ben, pragmatist bir insan olarak, genç bir erkeğin başında fes ya da sarık, genç bir kızın başında saçlarının bir tek telini göstermeyen bir bez parçası olunca; kafasının içinin de kolay kolay değişmeyeceğine inanıyorum. Çünkü Cumhuriyet’in ilk yıllarını yaşadım. Erkekler başlarına kasket geçirince, kızlar çarşaftan çıkıp başlarını açınca; davranışlarının, psikolojik yapılarının, düşüncelerinin de yavaş yavaş nasıl değiştiğini kendi gözlerimle gördüm.
Bir dindarın inançsıza nefreti ne kadar kötü ise, bir inançsızın dindara zulmü ve nefretide kötüdür. Kısacası nefretin dini milleti entelektüeli yoktur. Nefret yüktür. Taşımayalım.
Para için çok çalışmak, paranın sizi mutlu edecek şeyleri satın alabileceğini düşünmek de zalimce. Gecenin bir yarısı uyanıp ödenecek faturaların sıkıntısını çekmek korkunç bir yaşam biçimi .