‘’Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi ? ‘’ diye bir soru sorulur ya hani. Bu soruya bir seçenek daha eklemek lazım. Ait olduğun yer. Bazılarımız ait olduğu yerde doğmuştur. Bazılarımız ait olduğu yerde doymuştur. Bazılarımızsa ait olduğu yere hiç rastlamadan yaşamını sürdürüp gitmiştir. Peki ama ne bu ait olmak? Ait olmak bence hissetmekle alakalı. Oldukça derinden gelen bir bağlılık hissi. Doğduğun ve büyüdüğün şartlardan bağımsız, çevrendekilerden bağımsız bir iç güdü. Güçlü ve ilkel bir sezi. Bütün öğrendiklerine karşı çıkan daha doğrusu bütün öğretilere rağmen silinmeyen minik bir kıvılcım. Bu kitapta da içindeki kıvılcımı takip eden bir köpeği okuyoruz. Yolculuğu boyunca başından birçok olay geçen Buck, zekası sayesinde koşullar neyi gerektiriyorsa onu yapmış, mükemmel bir uyum örneği sergilemiştir. Ama en başta da söylemeye çalıştığım gibi. Oraya uyum sağlaması oraya ait olduğunu göstermez. Hayatta başımıza birçok olay gelir. Bu olayların her biriyle yeni bir özellik katarız kendimize ya da kendimizin yeni bir yönünü keşfederiz. Bu özellikleri biriktire biriktire kişiliğimizi oluştururuz. Buck da etrafıyla mücadele ederken, onlara uyum sağlarken -belki de hiç fark etmeden- evrildi o içindeki kıvılcıma doğru. Herkesin kendi içindeki kıvılcımına eğilebilmesi dileğiyle.