Bir siperden sözediyorum. İlk soru şu: Acaba bu siperin bir yakasında Müslümanlar, karşı yakasında ise gayri müslimler mi yer alıyor? Elbette böyle bir durum ideal, ama ne yazık ki gerçek değil. Ne yazık ki siperin iki yakasında da Müslümanlar var. Bazıları dünya sisteminin işletilmesinden ve bu işletiliş içinde birçok Müslümanın mağdur olmasından büyük bir rahatsızlık duymuyor. Dünya sisteminin gerçek dinamiklerinin neler olduğundan habersiz. Belki bir “dünya sistemi” olduğunu bile umarsamıyor. Kendi bilgisizliğinin nelere mal olduğunu ya bilmiyor veya bilmez görünmenin işine geldiğini düşünüyor. Bazı Müslümanlar ise işleyen dünya sisteminin hem bütün Müslümanları ezdiğinin farkında, hem de ezilenler arasında henüz Müslümanlıkla şereflenmemiş kimselerin de bulunduğunu anlamış. Demek ki siperin her iki yakasında gayri müslimler de var.
Gayri Müslimlerin Batı’yla bağlantıları onların eğitim talebini körükledi. Müslümanlar geleneksel ve bağnaz eğitime bağlı kalırken, gayri Müslimler modern bilimleri ve Avrupa dillerini öğreten okulları yeğlemeye başladı.
Gayri Müslimler, İslam hukukunun Müslümanlara tanımadığı bu ayrıcalık sayesinde doğmakta olan modern ekonominin ticaret tekniklerini ve örgütlenme modellerini kullanarak öne geçmeyi başardılar. Ayrıca kaynaklarını Batılı işletmelerle birleştirdiler, Batının teknik uzmanlarına kapılarını açtılar ve Batılılarla temaslarını genişlettiler.
Gayri Müslimler kafa vergisi, cizye dışında bir
de toprak vergisi ödemek zorundadır ayrıca mümkün olduğunca Müslümanlardan ayırt edilebilir
şekilde giyinirler (daha o zamanlar sarı, Yahudilerin rengidir) . İslam mahkemelerinde ehli kitapların
tanıklıkları geçerli sayılmaz; ancak ilgili cemaatler
haham, piskopos vb yetkililer başkanlığında kendi
kendilerini idare ederler. Müslüman bölgelerde yeni
kiliselerin yapılmasına izin verilmez, buna karşılık
var olan dini yapıların onarımı mümkündür.
İlk olarak İslamda ortaya çıkan kitaplı ve kitapsız dinler kavramı daha ileride modern din bilimleri tarafından kabul edilerek daha da geliştirilir. Müslüman olmayanlara karşı savaş açılması gerekliliğinden yola çıkarak dünya iki farklı bölgeye
ayrılır: Darül lslam, İslam bölgesi ve Darül harp,
savaş bölgesi. Savaş bölgesi İslam otoritesinin henüz veya artık bulunmadığı, cuma namazının kılı
namadığı bölgelerdir. Bu konu 19. yüzyılda Hindistan'da İngiliz hakimiyeti altında yaşayan Müslü
manları uzun süre meşgul eder; Britanya Hindistanı'nın ne kadar Darül harp sayılabileceği sorusuna
tepkiler farklıdır. Bu soru şüphesiz günümüzde
Avrupa ve Amerika'daki köktendinci Müslümanların karşı karşıya kaldıkları bir sorun olmaya halen
devam etmektedir.
Müslümanlığın zorla kabul ettirilmesine çok az
rastlanır.
Sahih bir laikliğin ve solculuğun dine değil, "dinimize dahleden emperyalist Batı'ya" tavır almak olduğunu vurgulayan, yerliliğe düşkün bir başka aydın, Attila İlhan'dı (1925-2005). Taklitçiliğe ("kültür emperyalizmine") ve "telifçiliğe" karşı bir ulusal kültür kıskançlığından yanaydı. Burjuva kültürü de ikame edecek "çağdaş ulusal sentez" (milli demokratik devrimciliğin şemasını devralmıştır sanki ! ) , Müslümanlığı kültür olarak içermeliydi ona göre. 1960'larda Yön'e katkıda bulunmanın yanı sıra Demokrat İzmir'in başyazarlığını yapan şair, Küçükömer gibi, Tanyol gibi kendine özgü bir kendine özgücüdür. Soldaki Batı taklitçiliğine ve TKP'deki hakim "Levanten beynelmilelciliğe" karşı çıkar - romanlarında da gayri müslimler ekseriyetle kompradorluğu temsil ederler. Taklitçi-yüzeysel Tanzimat aydını profilinin devamlılığı, İlhan'ın sabit bir meselesidir. Örneğin ekolojizm, anti-nükleer tepki, azgelişmişliğin gerçekliğine uymayan "alafranga" taklitçiliklerdir ona göre. Alafranga hayranlığına karşı, Batı'nın gerçekliğinin, tarihinin ve Batılı kavramların sahih bilgisine sahip olma iddiasıyla dikilir - biraz da "Batıcı" karikatürünü andıran snob bir edayla! Keza Hangi Sol'la ( 1970) başlayıp Hangi Batı'yla (1972) devam eden (1995'te sekiz kitaba ulaşan) Hangi. .. ?'li kitap serisi, tam da "Tanzimat aydınına" atfedilen ansiklopedist pedantizmin simgesidir.
Fakat ne yazıktır ki, iş bununla da kalmamış, müslüman tebaa askere giderken; askere gitme mecburiyeti olmayan gayrı müslimler, elde ettikleri haklarla günden güne zenginleşmişler, İstanbul piyasasına hakim olmuşlardır