"Birkaç yıl içinde, seni unuttuğum zaman, bu çeşit başka hikâyeler geçince başımdan, aşkın unutuluşu olarak anacağım seni. Unutmanın korkunçluğu olarak düşüneceğim bu hikâyeyi."
Oysa bir insanın ömrüne bir defalığına teğet geçen hikâyeler vardır. Son nefesi duyulur gidişlerin. Dokunamamanın, ses verememenin ve yolculukların en zorlusuna çıkmanın çilesini ağırlar kalp o hikâyelerde.
Her dönem kendi resminin figüranlarını da yaratır. Bir gece uzunluğunda bir ömür kısaca yaşanır bir aşkın gölgesinde. Görecelidir zaman kavramı.
Göğü saran yanık kokusu dolar ilkin insanın ciğerlerine Hiroşima'da. Kimse uyuyamaz gündüz ve gece. Hiroşima' da gece hiç sona ermez.
Tane tane dökülür yüzünden acıya tanık olmanın sefaleti Nevers'de. Son bir sözcük tutunur göz uçlarına adamın ve kadının; "bak nasıl unutacağım seni.."
Savaşlarda ölümlerin önemi büyük, bir ölüm nedir ki?.. Nevers'de kalmış, kaçırılmış bir ölüm fırsatıyla onu bu günkü kadın yapan hayatın tesadüfe dayanmayan iki ortaklaşmış hissin buluşması..
"Sanki orada anladım, bu gün olduğun insan olmaya başladığını"
Gerçek bir çatışmayı yaşamamış, kaybediş anındaki kanı, isi, barut kokusunu duymamış olanlar için ölüm, acı, artık var olmamanın anlamı, gücün yoksunluğu nedir ki?..
Aşkın derinliği ırkçılık tuzağına düşmeden, ırk takıntısından sıyrılınca anlaşılır, der Marguerite Duras. Bir Fransız değildir o ve de bir Japon değildir diğeri. Bir kadın ve bir erkektir onlar. Ayrıntısı olmayanlardan..