Aşk lafını ağzına almazdı Yakamoz. Nerede aşık görse garipser, aşk acısı gördü mü dayanamaz, gülerdi. Çok ketumdu, kimseye hiçbir şey söylemezdi. Bir kadının onu seveceğine inanmazdı, gerçek aşkın onu bulacağına ihtimal bile vermezdi. Sonra bir gün onu gördü, onu Papatyasını bakmaya kıyamadığı o narin çiçeğini hayatında hiç böyle hissetmemişti.
Gece oldu, şimdi daha yüksek sesle konuşur tüm çağıldayan pınarlar. Benim ruhum da çağıldayan bir pınar.
Gece oldu, şimdi yeni uyanır âşıkların şarkıları. Benim ruhum da bir âşığın şarkısı.
– Ama senin için geçerli değil bu. Senin korkacak bir şeyin yok. Sen gece vakti bile köşe bucak gözü kapalı gezebilirsin, bu kuyuya asla düşmezsin. Senin yanındayken benim de korkacak bir şeyim yok.
– Gerçekten mi?
– Gerçekten.
– Nasıl bilebilirsin ki bunu?
– Biliyorum işte, o kadar. (Elimi sıkı sıkı tutuyordu. Bir süre öyle, sessizce yürümeyi sürdürdük.) Ben ellerin birbirine temasıyla her şeyi anlarım. Bunun mantıkla filan ilgisi yok, hissederim, hepsi bu. Örneğin, senin yanındayken, şimdi olduğu gibi, hiçbir şeyden korkmam. Başıma kötü ya da can sıkıcı şey gelemez.
– O halde çok basit. Hep böyle kalırız olur biter.
– Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?
– Elbette.
Titrek bir damladır aksi, sevincin
Yüzünün sararmış yapraklarında;
Ne zaman kederden taşarsa için
Şarkılar taşırsın dudaklarında.
İşlerken hülyanı sesten örgüler,
Bir çini vazodan dökülen güller
Gibi hayalinde şafaklar güler,
Buruşmuş bir çiçek, parmaklarında.
Gözlerin kararan yollarda üzgün
Ve bir zambak kadar beyazdır yüzün
Süzülüp akasya dallarında gün
Erir damla damla ayaklarında.
Sesin perde perde genişledikçe
Solan gözlerinden yağarken gece,
Sürür eteğini silik ve ince
Bir gölge bahçenin uzaklarında.
Sen böyle kederden taştığın akşam,
Derim: dudağında şarkı ben olsam;
Gözlerinde damla ve içinde gam,
Eriyen renk olsam yanaklarında!
Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Gece sahilde sular fecre kadar çağlardı
O çağıltıyla beraber döğünürken def ü cenk
Bir güneş dalgalar üstünde doğar rengârenk
Mavi bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe
Rindler muğbeçeler mest bütün mecliste
Ve o haletle bütün kahkahalar nağmeleşir
Dilde Yahya Kemal’in şarkısı şehnâmeleşir
O gürültüyle sular çalkalanır çağlardı
Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Lâkin artık o hayal âlemi bir efsâne
Ses sada yok bu değil sanki o devlethane
Kitap İncelemesi ve Yorumum:
ÖN NOT: Spoiler içerir.
Martin Eden Yorum:
Okuma sürecim: Bu kitabı sevdiğim birinin önerisi üzerine almıştım ve bir süre okuma fırsatı bulamadıktan (bazen bahanelerden dolayı) sonra en sonunda dostumun da kitabı alması üzerine beraber okuma kadarı aldık.
Martin Eden'a başladığımda okuması biraz zorluyordu.
Gözlerin yıldızlarla dolu gece gibi,
Gülüşün aydınlık sabahın ilk ışığı.
Sesin, rüzgarın şarkısı gibi hafif,
Kalbin, sonsuz bir sevgi denizi gibi derin.
Dostluğun bir bahçe, sen o bahçenin çiçeği,
Her anın kıymetli, her sözün akıllıca.
Yüreğin neşeyle dolup taşar her daim,
Seninle geçen zaman, değerli bir hazine.
Arkadaşlık yolu uzun, bazen dikenli,
Ama seninle her adım, güllere serpilmiş.
Beraber yürüdüğümüz bu yolda,
Her anın kıymeti, paha biçilmez bir inci.
Seninle her kahkaha, bir ömre bedel,
Her sohbet, bir kitap dolusu hikaye.
Dostluk dediğin, seninle anlam bulur,
Çünkü sen, çok iyi ve çok güzel bir arkadaşsın.
Ecevit hemen diğer garantör ülke olan Ingiltere'ye uçtu. İngiliz başbakanıyla görüştü. O gece Londra'da Rumlarla “barış” üzerine bir şiir yazdı.
“Sıla derdine düşünce anlarsın/
Yunanlıyla kardeş olduğunu/
Bir Rum şarkısı duyunca gör gurbet elde İstanbul çocuğunu/
Önce bir kahkaha çalınır kulağına sonra Rum şiveli Türkçeler/
O Boğaz’dan söz eder sen rakıyı hatırlarsın/Yunanlı’yla kardeş olduğunu sıla derdine düşünce anlarsın.” "Türk-Yunan Şiiri", 1974
İki gün sonra aynı Rumlara karşı “savaş” açacaktı…