Sen yoktun.
Terkedilmiş bir İstanbul vardı.
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgarlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Gece yarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları,
Trenler geçerdi gözbebeklerimden,
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım.
Sen yoktun
Tüm dünyayı değiştirebilirdim,
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm.
Ne yana baksam karşımda bir anı,
Meğer İstanbul ne çok benziyormuş sana.
Sen yoktun,
Omuzlarımda paramparça bir yürek,
Göğüs kafesimde karmakarışık bir kafa,
Kıvrılarak olayların burgacında,
Gezinirim sensizlikle, deliliğin sınırlarında.
Sen yoktun,
Kanayan bir İstanbul vardı,
Yeryüzü ıssızlığın da.
Sabit siyah ayrılıktan
aldığım pay denk seninkine.
Neden ağlıyorsun? İyisi mi ver elini
ve söz ver bir düşte geri döneceğine…
Sen ve ben acıdan bir dağız, sen ve ben
bu dünyada bir daha hiç karşılaşmayacağız.
Hiç olmazsa gece yarıları
bir selam gönderebilsen yıldızlardan...
Benim huyum böyle: Hep hazırlıklı olmak. Bir şeylerle ilk kez karşılaşmayı hiçbir zaman çok sevmedim. Fakat büyüdükçe görüyorum ki hayatın bizimkinden farklı planları var. Ve kafasına estiğinde açıklıyor onları. Bu beni endişelendiriyordu başta. Hala da endişelendiriyor ama eskisi kadar çok değil. Çünkü biliyorum ki en yoğun mutluluklarımı hiç beklemiyorken yaşadım. Beni varmayı en çok istediğim yerlere götüren yolların başlangıçlarına hep hazırlıksızken çıktım. O esnada öylesine yaşanıyor gibi hissettiğim anları kaç yıldır unutmadım. Hiçbir şey yapamayacağımı sandığım uykulu gece yarıları kendimi kelimelerle en iyi ifade edebildiğim zamanlar oldu hep. Emin olmadan ne yaptıysam hep en iyisi oldu.
Nedir gözlerimdeki bilinmeyen nesne?
Kelimelere sığmayan sen misin?
Saç diplerime kadar inen bir nefes,
Tek kelimelik destan sen misin?
Say ki yediklerimiz bir değildi.
Say ki hiç çay içmedik.
Say ki hiç konuşmadık gece yarıları.
Say ki yalvarmadım hiç sana.
Ve sen yine say ki
Hiç sevmedim seni