Kelimelere ihtiyaç duymadan ve neredeyse hiç ortalıkta görünmeden yaşamayı öğrenebilmiş kadınlardan biriydi Jülide. Yüzü de kalbi kadar saklı kadınlardan. Var ama yok, orada değil, yakın gibi ama uzak; yalnızca çok gerektiği anlarda, neredeyse susacakmış gibi, söylediği her kelimenin ardından, konuşmaktan tam o anda vazgeçecekmiş gibi, ağzından çıkan her söz birazdan geri dönüp kendi boğazına sarılacakmış gibi tereddüt içimde konuşanlardan. Anlatmaya dair bütün inancını yitirmişlerden. Her an kaybolmanın kenarında bekleyenlerden. Yanı başından eksilmeyen o ürpertici, o uğursuz, o ayartıcı, o yoldan çıkarıcı boşluğa kendini bıraktı bırakacak gibi duran kadınlardan. Kapkara ve dokunaklı yokluğunu, akıl çelen uçurumlarını, gitgide ağırlaşan düşüşlerini, ölçüsü belirsiz bir cinnet marazını yanında taşıyanlardan. Sır sahibi. Sır sahibi olduğu içinde zifiri' suskun.
İnsanın en ölümcül yarası, içinde anbean büyüyen gitme hevesidir... Ölmekle gitmek aynı şey; ne ölenlerin ne de kalbindeki ısdırap verici ağrı dinmek bilmediği için uzaklara gidenlerin geri döndüğünü bu dünyada GÖREN oldu.
Cinsellik kısmına takılmadan kitabı incelersek duygu betimlemeleri fazlasıyla başarılı, sosyolojik ve felsefik olarak insani değerleri sorgulayıp, sorgulatan bir kitaptı.
Müzik onun için özgürleştirici bir güçtü; onu yalnızlıktan, içedönüklükten, kütüphanelerin tozundan kurtarıyordu; bedeninin kapısını açıyor ve ruhunun dışarıya, dünyaya adım atıp dost edinmesini sağlıyordu.
Yalnızca en çocuksu sorular gerçekten ciddi olan sorulardır. Cevapları olmayan sorulardır bunlar. Cevabı olmayan soru aşılamayacak bir engeldir. Başka bir deyişle insani olasılıkların sınırlarını belirleyen, insan varoluşunun sınırlarını saptayan cevabı olmayan sorulardır.