Ben, O ve Olmayan Üçüncü Tekil Şahıs
Orada durmuş duvarın ve güneşin kenarında, Bir cesedi sürükler gibi bir hâl, "Ne yapıyorsun orada bir başına?" dedim, "Kendimi sürüklüyorum," diye cevapladı, Tekrar sordum, "Niçin gidemiyorsun peki?!" "O burada kalmak istiyor, ben gitmek istiyorum." Gülümsedik... O deliydi sözde ben akıllı, "O'nu da al gel çay içelim." Ve sonra üçümüz beraber yürüdük.
Lâ tahzen! (Üzülme!) İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme! Rahman: (c.c), “Ben kırık kalplerdeyim” buyurmadı mı? O halde ne diye üzülürsün ey can? Gündüz gibi ışıyıp durmak istiyorsan; Gece gibi kapkaranlık nefsini yak !..
Reklam
Z Kuşağı Her Devirde Var
Sümer Dönemine ait bir tablette, baba ile sorumsuz oğlu arasındaki konuşma şöyle yazılmış: "Okula git, okul babasının önünde dur, ödevini al, okul çantanı aç, tabletini yaz.." "şimdi gel, adam ol, meydanlarda durma, caddelerde dolaşma, alçak gönüllü ol.. "geçmiş kuşakları düşün, okula git,...akrabalarımla konuştum, onların erkekleriyle karşılaştırdım, onların arasında senin gibisini bulamadım. Benim seninle ilgim aptalı akıllı yapmak içindir...Senin üzüntülerin benim sonumu getirdi, beni ölüm noktasına getirdin". "Bütün hayatımda sana asla kamışlıktan kamış taşıtmadım,...seni asla çalışmaya tarlamı sürmeye göndermedim...,yaşamımda sana asla çalış geçimimi sağla demedim" "senin gibi olanlar çalışarak ailelerinin geçimini sağlıyorlar, her biri ailesi için arpa kazanıyorlar.." "Gece gündüz senin sıkıntını çekiyorum, sen ise eğlence ile geçiriyorsun. Yemek tulumu gibi enine boyuna şiştin yağlandın...." Oğlunun kendisi gibi katip olmasını isteyen babanın özetlediğim serzenişleri bir dua ile son buluyor.. 📚Tarih Sümer'de Başlar, s.10-13, S.N. Kramer ve Muazzez İlmiye Çığ
"TAVAFIN HİKMETİ"
Rivayet Edilir ki Olay, Harameynin, Osmanlı idaresinde olduğu zamanlarda gerçekleşir. Kâbe’ye yakın bir bölgede Osmanlı Karakolu vardır. Komutan Askerin birine emreder: "Git, Erat için Kasaptan şu kadar et satın al, gel" der. Asker gider. Eti satın alır. Dönüşte bakar ki, Kabe de Tavaf tenhadır. Kendi kendine: "Kâbe'nin tenha olduğu şu sırada bir tavaf yapayım da öyle gideyim" der. Bir tavaf yapar, sonra Karakola gider aldığı eti aşçıbaşına verir. Aşçıbaşı eti yemek yapmak üzere doğrar, kazana koyar. Ateşi yakar. Ne var ki et pişmek bilmez. Pişmediği gibi çiğ görünüşünde en küçük bir değişiklik olmaz Aşçıbaşı ateşi ne kadar korlasa da, ette en küçük bir pişme emaresi yoktur. Durumu komutana haber verir. Komutan da aynı hali müşahede eder. Komutan eti alan eri çağırır. Ere, emir verdikten sonra ne yaptığını sorar. Er anlatır: "Komutanım! Eti alıp dönüşte baktım ki Kâbe’de tavaf tenhadır. 'Bir tavaf yapayım da öyle gideyim' dedim. Kucağımda etle beraber tavaf eyledim; bitince de tavaf namazını kıldım ve geldim. Başka bir şey yapmadım." Komutan, hayret ve heyecanla etrafındakilere gözyaşları içerisinde söyle seslenir: "Bakınız! Allahu Teâlâ Kâbe’yi tavaf eden cansız eti bile ateşte yakmıyor. Ya Onu tavaf eden insanları hiç yakar'mı..! Özlem ve hasretle 🥹🤲🌿
Can Yücel
"Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında Sevdalanmış onun deli dalgalarına. Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, Yüreğindeki duruluğa... Demiş ki suya: Gel sevdalım ol, Hayatıma anlam veren mucizem ol...
Hikaye 1936 yılında Denizli'nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor. Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır. Çobanı yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar. Küçük çoban ürkek bir sesle cevap verir: Hüseyin... Hüseyin’e öğretmenler yanlarındaki
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.