"Zaman çok geniş. Bizim derdimizde bu. O kadar geniş ki algılayamıyoruz onu. Bu büyüklük aklımızı karıştırıyor. Ne, ne zaman olmuştu ayırt edemez hale geliyoruz. Sanki içimizde bir zaman var ama dışımızda ki zaman sayısız. Bu zamanlar birbirleriyle kesiştiğinde mutluyuz, kesişmediğinde huzursuz. Bu bizi çaresizleştiriyor, ardından da hırçınlaştırıyor. Kendimize zarar verecek kadar hırçınlaştırıyor."
Sevgili bayan milena'ya, size önce prag'dan, ardından da meran'dan yazdığım kısacık mektuplarıma kesinlikle cevap beklemiyordum. umduğum gibi karşılık yazmadınız da sevinmem gerek. Sessiz kaldığımız her gün iyi olduğumuzun işaretidir. Bu yüzden sevinmem gerek ki, iyi olduğunuzu bildiğim için.. Yarım kalmış bir düş gibi. Önümden geçip
Reklam
ne eski bir tango melodisi, ne de siyah önlüklü bir mektepli kız resmi, hayır beni on sekiz yıl evvelki o tatlı hatıraları alemine atan, gazetede götürdüğüm iki satırlık, kupkuru, alalade bir kiralık ilanı oldu. o anda pendik sahilleri birden gözümde canlanıverdi. o köşk...o köşkün bizim bahçeye bakan penceresi...ve o pencereden mahinur...sarı
Balıkçılar sokağındaki olay herkesi üzdü, ama kimseyi şaşırtmadı. Şehrin ana caddesine açılan en geniş yan sokaklardan birinde, Bakkallar sokağı köşesinden üç adım beride, Balıkçılar sokağının en civcivli saatinde, gecenin işçileri o gence niçin saldırdılar, bilinmiyor. Söylentilere bakılırsa, elinde götürmekte olduğu ekmek dörtköşe değilmiş; saçının rengi kara değilmiş; ya da aksayarak yürüyormuş... Söylenti elbet, bütün bunlar. Doğrusunu kimse bilmiyor. Ayrıca, bilinecek bir doğru var mı? O bile bilinmiyor. Bilinebilen, görülebilen ise, işçilerin, ansızın duvarlardan, köşelerden, kapı ağızlarından sıyrılarak o genci kalabalığın içinden çekip ortalarına aldıkları, bir daha dağılıp gözden yittiklerindeyse ortada kanlı, tanınmaz bir et yığını kalmış olduğu. Genci, gecenin işçilerinin ortasında yitmeden önce görebilenlerin söylediğine göre, bu et parçası, o alımlı delikanlının yarısı kadar bile olamazdı. Bu kanlı etin üzerine talaş serpildi, kuru yapraklar örtüldü. Ertesi sabah oradan geçenler, bir türlü aydınlanamayan günün donuk ışığında, asfaltın üzerinde esmerce bir lekeden başka bir şey göremediler gencin parçalanmış olduğu yerde. İnsanlar artık yalanan ağızlar, pençeler arıyor insanların yüzlerine, ellerine bakarken. Oysa işçiler, gecenin işçileri oldukları için, güpegündüz görünmezler sokaklarda. Gecenin işçileri herkes gibi miydi bir zamanlar? Böyle olduğuna inanmak isteyenler var. Daha mı az ürkecekler böyle olsa?
BİR AŞK HİKAYESİ New York Grand Central tren istasyonunun danışma bürosunun üzerindeki saat, 6'ya altı dakika kaldığını gösteriyordu. Uzun boylu ve yanık yüzlü teğmen, tam saati anlamak için gözlerini kırptı. Kalbi, kendisini şaşırtacak denli hızlı çarpıyordu. Altı dakika sonra, on üç aydır yaşamında son derece önemli bir yer kaplayan, hiç
Sayfa 117Kitabı okudu
Ölü zamanlar, boş geçitler. Geçici ve yürek paralayıcı o arzu, artık bir şey duymama, bir şey görmeme, sessiz ve hareketsiz kalma arzusu. Saçma sapan yalnızlık düşleri. Körler Ülkesi'nde başıboş dolaşan, bellek kaybına uğramış biri: geniş ve boş sokaklar, soğuk ışıklar, bakışın şöyle bir değip geçeceği dilsiz yüzler. Sana ulaşılamazdı asla.
Reklam
Aziz Nesin'in Markopaşa'da Yayınlanmış İki Öyküsü 1949 Yılında İngiltere Prensesi Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi, Mısır Kralı Faruk üçü birden Ankara'daki elçilikleri aracılığıyla Türkiye Dışişleri Bakanlığı'na resmen başvurarak, bir yazısında kendilerini aşağıladığı gerekçesiyle, Aziz Nesin'e karşı dava açtılar. Dava sonucu Aziz Nesin 6 ay
http://oykuleroykuculer.blogcu.com/aziz-nesin-in-markopasa-da-yayinlanmis-iki-oykusu/194944
''Seni kinyas en son fransa'da görmüştüm. Paris'te. Ama kayra, seni en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Neyse, önemli değil. Çok zaman geçti sonuçta görüşmeyeli. Paris'ten ayrılmamı biliyorsunuz herhalde. Zaten çok fazla anlatılacak bir tarafı da yok. Neden bana verdiklerini hala anlayamadığım o bursla, şu an ismini yanlışlık yapmamak için
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.