Farabi şöyle der: Cahil insan yeme içme, zevk peşinde koşan insandır. Bunların bazıları rahatlığın verdiği bolluk ile öfke duyularını kaybetmişlerdir. Bazıları ise tam tersine rahatlığın verdiği bolluk ile son derece öfkelidirler. Bunlar genellikle şehvetine düşkün insanlardır. Bedensel zevklerine tutsak olmuş bu insanların kendi arzuların dışında hiçbir hedefi yoktur. Onlar bu düşkünlüğün içinde debelenirken düşünmek, öğrenmek, sorgulamak gibi yeteneklerden de mahrumdurlar.
Tamamen dünya zevklerine kendilerini kaptırmış bu insanlardan kendi nesilleri de zarar görecektir. Cahil insan mutluluğu bu gibi dünyevi zevklerin içinde zanneder. Onun için bedenin ihtiyacı olan her şey bir mutluluk sebebidir. Gerçek mutluluğu sorgulamazlar, gerçek mutluluğun ne olduğunu dahi düşünmezler. Bu insanlar ahlaki düşkünlükleri hoş görmektedirler. Bu insanlar ahlaki düşkünlükleri hoş görmektedirler, onlar için ahlaki düşkünlük kötü bir şey değildir. Çünkü onlar kendi nefisleri, kendi arzularına tutsak olmuş insanlardır.
Buradan da anlaşıldığı gibi cahil insanın amacı kendini geliştirmek, bilgiye yönelmek ve bir şey öğrenmek değildir. Onun hiç böyle gayesi, zorunlulukları ya da arzusu yoktur. Onların mutluluğu tamamen şehvet ve mal düşkünlüğünden ibarettir, istedikleri şeyler olduğunda onlar kendilerini çok mutlu hissederler, ancak istedikleri şeyler olmadığında ise tamamen mutsuzdurlar.
İnsan türünün biyokimyasal mutluluğa erişmek için bu kadar çok çaba göstermesinin ne kadar doğru olduğunu kestirmek gerçekten mümkün değil.
Mutluluğun insan toplumunun en yüce amacıymış gibi gösterildiğini ama aslında saptırılmış bireysel bir tatmin ihtiyacından fazlası olmadığını iddia edenler de var. Kimileriyse mutluluğun sahiden de en yüce
Kur’an-ı Kerim’in ve peygamberin iyiliği yaygınlaştırma ve kötülüğü engellemeye ilişkin bütün direktifleri, müslüman toplumda müslüman bireyin görevleriyle ilgilidir. Yani bazı durumlarda bir takım idari zulümler, bazı zamanlarda kötülüklerin yaygınlaşmasına rağmen temel ilke olarak, Allah’ın egemenliğini kabul eden ve onun şeriatını esas alan bir
Yaşam ya arzular ya da bilinçle devam eder. Arzular memnuniyeti vaat ederken aslında sizi daha çok huzursuz eder. İşte bu nedenle gözler arzuların peşinden gitmeye kapalı olmalıdır. Gözlerini açıp bakan kişi farkındalık seviyesine ulaşır. Ve farkındalığın ateşinde tüm o tatminsizlikler güneşin altındaki çiy damlaları gibi eriyip buhar
istek ya da ihtiyaç duyulan şeyden kaynaklanır. isteğin yahut ihtiyacın kendisi hoş olmayan br duygudur. o bir şeyin yokluğu ya da yoksunluğu anlamına gelir ve bu acı vericidir. dolayısıyla bir anlamda irade en azından istemenin kökeni acıdadır ve edimsel isteme acıdan kurtulmaktır. ve istediğimiz şeye eriştiğimizde ve belki de uzunca bir
Gönüllü dilenci henüz uzaklaşmış ve Zerdüşt yeniden yalnız kalmıştı ki, arkasından yeni bir sesin
geldiğini duydu: “Dur! Zerdüşt! Beklesene! Benim, ey Zerdüşt, ben, senin gölgen!” Ancak Zerdüşt beklemedi; ansızın bir sıkıntı çökmüştü içine dağındaki bu kalabalık ve izdiham yüzünden. “Nereye gitti benim yalnızlığım?” diye konuştu.
“Sahiden fazla