Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş arada bir koltuklardan birine oturuyor, kısa bir sonra yeniden ayağa fırlıyor, odanın içinde bir duvardan diğerine yürümeye devam ediyordu. Öfke ve şiddetle söylediklerinin özeti şuydu: "Bu karargahta beni kandıran adamlar var. Beceriksiz adamları yapar diye ısrar ediyorlar. Beni ne duruma düşürdüler. O Güneydoğu'ya gidemem diyenlerden hesap sorulacak, emekli yapılmaları yetmez. Hiçbir sosyal haktan yararlanmamalılar. Milletin kırk yılda bir Türk Silahlı Kuvvetleri'ne işi düşecek, o zaman da sen tut 'Ben gidemem,' de. Ordu barış için mi kurulmuş, savaş çıkınca biz yokuz deyin. Siz sulh zamanı kışlalarda büyük karargahlarda zaman geçirin, risk yok, ölüm kalım yok, koltuklarının altında dosyalarla yıllarını geçiriyorlar. Bunlar general olunca daha çok kendilerini gizleyebilirler, yahu bu adamlar benim bulunduğum makama kadar yükselirler, nasıl tespit edeceksin ki? Günlük sıradan şeylerde ölüm yok, savaş yok, gerçek kahraman, gerçek general, gerçek yurtseveri hangi ölçüyle ortaya çıkaracaksın? Cesur adamlar bugünlerde millete lazım... Çok müşkül duruma düştük."
Genelkurmay Başkanı bir ara duruyor, kısa bir süre susuyor, tekrar başlıyor ama bu defa aynı şeyleri daha şiddetli ve ağır ifadelerle söylüyordu. Durdu, bana doğru yürürken:
"Ben seni binbaşılığından tanıyorum, nasıl bir subay olduğunu çok iyi bilirim," dedi ve tam karşımda durarak sağ eliyle sol göğsümün üzerine vurup:
"Seni tümgeneral yaptım," dedi.
Bu ifade, Komutan'ın içinde bulunduğu ruh halini gösteren, aynı zamanda da yüksek bir iltifattan başka bir şey değildi.