… kayıp deneyimi her zaman için bir tür tanınma, birilerinin buna tanık olduğuna ve bunu gerçek kıldığına dair bir his gerektirir.
… öz-suçlamalar aslında içselleştirilmiş olan başka bir kişiye yönelik suçlamalardır. Melankolikler kaybettikleri kişiyle tamamen özdeşleşmişlerdir. Bu durum her zaman için gerçek bir ayrılık ya da ölüme işaret etmez. Kaybedilen kişi, melankoliğin sevdiği ya da sevmiş olduğu, hatta sevmiş olması gereken biri olabilir. Ama bir kez kayıp gerçekleştiğinde bu kişinin imgesi melankoliğin egosuna transfer olur. Kaybedilen kişiye yöneltilen öfke ve nefret de benzer bir şekilde yerinden edilmiştir, böylelikle egonun terk edilmiş nesne olduğuna hükmedilir. Freud'un meşhur sözüyle "nesnenin gölgesi" egonun üzerine düşmüştür ve ego artık melankolik öznenin acımasız eleştirisine maruz kalacaktır.
Reklam
Evet, hatıra eğer unutuş sayesinde, kendisiyle şimdiki an arasında herhangi bir bağ, bir köprü kuramadan, kendi yerinde ve tarihinde kalmış, bir vadinin dibinde veya bir tepenin doruğunda uzaklığını korumuş, tecrit edilmişse, bize ansızın taze bir soluk getirir, çünkü bu eskiden soluduğumuz bir havadır, şairlerin cennette nafile aradığı bu temiz hava, ancak daha önce solunmuşsa bu derin yenilenme duygusunu yaşatabilir, çünkü gerçek cennetler kayıp cennetlerdir.
Sayfa 164Kitabı okudu
"Ne derlerse desinler, rüya görürken, olup biten her şeyin gerçek olduğu izlenimini pekala yaşayabiliriz."
Bu ellerin çoğunda yazgıyı görürüz, imzasını oracığa atmıştır, ellere çapayı, orağı ve tırpanı bırakmıştır. Toprak. Avucun içi gibi aynı zamanda yollarla da doludur, insanın yaşamı boyunca aldığı gerçek yollarla, üç yol olmalı, üç şiirsel, esrarlı ve kutsal bir sayı olmuştur kadim devirlerden beri, geri kalanlar ise gidip geri dönülen şeritler olarak açıklanır, dünyaya kayıp gelmiş bir insan, sırtında yükleri, ömrü boyunca çıplak ayaklarıyla ya da eski püskü ayakkabılarıyla dağ tepe demeden, tarlaların arasından, çöllerin yakınlarından geçip durur. Bu yollarda görülen manzaranın sınırı yoktur. Bir insan, yaşamı boyunca buralarda yürüyebilir, ama eğer kim olduğunu bile anlamadan büyüdüyse bu yollarda asla kendini keşfedemez. Zamanı geldiğinde ölümün bile ne olduğunu anlayamayacaktır. O, güneşin altında çürüyüp gidecek bir yaban kedisi ya da bir tavşan değildir, fakat açlık, soğuk ya da sıcak onu kimsenin tahmin edemeyeceği bir yere atacaktır, belki de yardım istemeyi bırakın, herhangi bir şey düşünecek kadar bile zaman tanımayan o hastalıklardan birine yakalanacak ve her şey için çok geç olsa da er ya da geç bulunacaktır.
Sayfa 10 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okuyor
Bu arada matbaacılığın durumu nedir? Mimarinin elinin altından kayıp giden tüm bu yaşam ona doğru akar. Mimari geriledikçe matbaa büyüyüp gelişir. İnsan düşüncesinin yapılar halinde harcadığı bu güçler sermayesini artık kitaplar halinde harcar. Böylece on altı yüzyıldan itibaren matbaa mimarinin çöktüğü oranda güçlenir, onunla mücadele edip onu öldürür. On yedinci yüzyılda, dünyaya büyük bir edebi yüzyılın şölenini verecek kadar yüce, egemen ve zaferinin bilincindedir. On sekizinci yüzyılda, XIV. Louis'nin sarayında uzun süre dinlendikten sonra, Luther'in kılıcını yeniden kavrayıp onu Voltaire'e verir ve mimari tarzını daha önceden öldürdüğü eski Avrupa'nın üzerine hararetle saldırır. On sekizinci yüzyıl biterken her şeyi yok etmiştir. On dokuzuncu yüzyılda her şeyi yeniden inşa edecektir. Şimdi şunu sorabiliriz, üç yüzyıldan beri insan düşüncesini bu iki sanattan hangisi gerçek anlamda temsil ediyor?Hangisi onu ifade ediyor? Hangisi onun sadece edebi ve skolastik aşırılıklarını değil aynı zamanda geniş, derin, evrensel hareketini açıklıyor? Hangisi bin ayaklı bir canavar gibi yürüyen insan türüne hiç durmadan, aralıksız bir şekilde değer üstüne değer katıyor? Mimari mi yoksa matbaa mı? Matbaa. Kimse yanılgıya düşmesin, mimari ömrünü geri dönüşsüz bir şekilde tamamladı, basılı kitap tarafından kalıcı olmadığı, pahalıya mal olduğu için öldürüldü...
Sayfa 198 - 199, 12. Basım, Haziran 2019
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.