Sonuçta, beni de bu hayata iki ceset taşıdı: Biri yaşama, diğeri yaşatma isteği... Birini babam, diğerini annem istedi... Ve yaşadım ben de... Başka çarem var mıydı? Mutlaka... Ama kim bilir, belki de hayat fiziği böyle işliyor ve bir yerlerde şöyle yazıyordur: "Hayat Fiziğine Giriş: Her doğum, en az iki ölüm eder. Biri yaşamak, diğeri yaşatmak isteğine bağlı, iki ölüm. Ancak hayata gelenin, hayatta kalması için, o ölümler sayesinde nefes aldığından habersiz olarak yaşaması gerekir. Aksi takdirde, söz konusu kişi bir savaştan ibaret olur ve her gün içinden ölü çıkar." Evet, belki benim adım Gazâ... Ama hiçbir zaman intihar etmeyi düşünmedim. Sadece bir ara... Hissettim.
Sayfa 19 - DkKitabı okudu
(COK UZUN VE KİTAPTA HERBİR SÖZÜN DÜŞÜNÜLESİ EN NAİF BÖLÜMÜ) “ Momo, şimdi o büyük salonun içindeydi. Burası en büyük kiliseden daha görkemli, en büyük istasyonların salonlarından bile daha genişti. Güçlü sütunların üzerinde yükselen tavan neredeyse görünmüyordu. Etrafta hiç pencere yoktu. Kocaman salonu aydınlatan altın renkli ışık çevrede
Reklam
"Babacığım, bir daha hayvan kesmeyelim!"
5 yaşındaydılar ikiz kızlarım. Halil Dedelerinin evinin bahçesinde, keçinin kurban edilişini seyrederken ağlamaya başlamışlardı. “Baba, bir daha hayvan kesmeyelim, yazık oluyor onlara” diyordu her ikisi de. Hiçbir şey söyleyememiştim. Bir yanıtım yoktu o an. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestirememiştim. Kurban kesmek yanlış değildi. Belki
Spinoza
"İyi'ye giden yol her ne kadar göstermiş olduğum gibi çok güç görünüyorsa da bulunabilecek bir yoldur. Çok ender bulunduğu için onun gerçekten güç olması gerekir. Çünkü, eğer kurtuluş kolay ve büyük emek gerektirmeden bulunabilen bir şey olsaydı, hiç hemen hemen herkes tarafından böylesine savsaklanır mıydı? Ama, tüm soylu şeyler ender oldukları kadar güçtürler de."
Sayfa 11
Mutlu olmak için mutluluğa inanmak gerekir demez miydi o?. İşte şimdi ben de inanıyorum! Ölenle ölünmez ya; insan yaşadığı müddetçe gününü gün etmeli, mutlu olmalı!
Peki, başka türlü bir siyaset tersi bir etki yaratabilir miydi? Denemek gerekir tabii ama ne zaman bir iktidar etkisini yumuşatsa, rakiplerinin kendiliklerinden buna verdikleri tepki, minnet duymaktansa ona göz açtırmayıp saldırmak yönünde olur.
Sayfa 39 - ykyKitabı okudu
Reklam
İşte gördük. Demir gibi sinirlere, katı ve geniş bir yüreğe sahip, kafası planlarla dolu, sadece Fransa'nın yararı için çalışmak isteyen ve amacını gerçekleştirmek için süreklilikten başka bir şeye gereksinim duymayan bir adam getirelim gözümüzün önüne: Bu adam, yürütmedir. Ve bu yüce kişilikle, yasamayı, yani sürekli birbirinin üstüne çıkan ve yeniden düşen bir sepet dolusu yengeci kar- şılaştıralım. Bu adamı, bu yengeçlerin keyfine bağlı kılmak saçma değil mi? Bu noktada en büyük de Gaullecü aldatmacayı açığa çıkarmak gerekir. Ulusal Meclisin bakanlarımızı, radyo ve televizyonda duymaya alıştığımız komplimanlardan biri olan yılgın ve korkak hayvanlara dönüştürdüğü söylenebilir mi? Ulusal Meclis'te korkuyu bakanlar mı yaygınlaştırdılar? Bay Mollet'in, Bin Bella'nın kaçırılmasını onaylamamasını engelleyen Ulusal Meclis miydi? Bay Galliard'ı Sakiet'in bombalanmasını "gizlemeye" zorlayan bu meclis miydi? Ben bunun tam tersini, son yıllardaki bütün olumsuzlukların, yasama denetiminden kaçan güçlü bir yürütmeden kaynaklandığını söylüyorum. Çünkü bir yürütmemiz vardı. Ve bu prens, Ulusal Meclis, Ho Chi Minh'le görüşmek istediğinde Haipong'u bombalamıştı; 5 para -savaşın can damarıdır- talep etmiş ve bu para derhal ve itirazsız onaylanmış; Cezayir'de "şüphelilere karşı yasaları" ve polis aksiyonlarını ağırlaştırmış, bölgeleri kuşatma altına almış, taramalar yapmış ve bombalamış; Fransa'da ise muhalif basına el koymuş ve basın mensuplarını askeri mahkemede yargılamıştı;
Raşit'in çocuğunu Tarık'inki kadar sevebilir miydi? Sonunda, yapamadı. Çubuğu elinden bırakmasının nedeni, ne kan kaybından ölme korkusuydu, ne de bunun menfur, lanetlenesi bir davranış olduğunu düşünmesi (ki öyle olduğundan emindi). Leyla demir çubuğu bırakmıştı, çünkü Mücahitlerin bir an bile duraksamadan kabullendiği düsturu kendisine yakıştıramamıştı: Savaşta bazen masumların da ölmesi gerekir. Onun savaşı Raşit'e karşıydı. Bebeğin hiçbir suçu yoktu. Zaten haddinden çok cinayet işlenmişti
Her şey bir patlama ile başladı. Ancak patlayan neydi? Neden patladı ve bir patlama olması gerekli miydi? Binlerce ve binlerce soru. Azınlıklar, ne etnik ne dinsel ne de renklere ilişkin olanlardır. Yeryüzü ve dışındaki tek azınlık, yanıtlardır. Her şeyi ve herkesi sorular yönetir. Evren nüfusunun çoğunluğu sorulardan oluşur. Soru ve yanıtların nadir evliliklerinden doğan melezler de bildiklerimizdir. Melezlerin ışığı neyi aydınlatıyorsa onu görürüz. Gerisi karanlıktır. Hiçbir gözün alışamayacağı kadar karanlık. El yordamının bile kör kaldığı karanlık. Kabul etmen gereken ilk gerçek de, doğumunda gözlerinin kapalı olduğudur. Hayata karanlıktan geldiğini bilmelisin. Anavatanın karanlıktır. Karanlığın kuralları yoktur. Karanlığın tarihi yoktur. Gözlenebilen tek hareket, karanlığın dışına düşendir. Sadece karanlığın dışı kurallara sahiptir. Doğumundan birkaç saat sonra gözlerini açmanın nedeni, ışığın seni beklediğini bilmendir. Kurallar, buluşmaların gecikmesini yasaklar. Kurallar, karanlığın dışındaki hareketin kimlik bilgileridir. Kurallar, onların varlığını bilmeyenlere göre kader, diğerleri için pusuladır. Önce varlıklarını kabul etmen, sonrasında da onları tanıman gerekir. Bedenli ya da bedensiz, her şeyin ve herkesin boyun eğdiği kurallar, yaratıcılığın sınırlarıdır.
Sayfa 22 - Doğan KitapKitabı okudu
951 öğeden 931 ile 940 arasındakiler gösteriliyor.