Dışarda kopkoyu bir gece vardı , etraflarındaki evler, bahçeler kara gömülmüştü.Köpek havlamaları giriyordu ahşap çerçeveli camlardan . Odanın köşesinde yanan soba , içindeki odunların ateşi ile kıpkırmızı olmuş ,fokurdayan çaydanlığı biraz daha kaynatabilmek için var gücüyle çabalıyordu .
Batumi Liman ‘ından ayrılırken hepsi biliyorlardı: Ayaklarının bu son dokunuşlarıydı kendi topraklarına , gözlerinin son görüşüydü dağlarını.Şimdi Karadeniz ‘in bu orta yerinde ,küçük bir balıkçı teknesinin içerisinde hepsi kendi anılarına dalmış , ortadan ayrılcakmış gibi duran teknenin tahtalarına çarpan dalgaların sesine eşlik etmek istermişçesine çekingen , nefeslerini bir bırakıp bir geri alıyorlardı içlerine .
Sabaha kadar sohbet ve endişe ile etrafı kolaçan ederek oturdular .Kendileri gibi o kadar çok insan vardı ki çevrede , pek de yabancılık çekmediler bu koca limanda .Etraf aydınlanmaya başlayınca insanlar da yavaş yavaş hareketlenmeye başladı.Teknelere doğru gidiyordu herkes . Her teknenin başında bir adam vardı ve atarak bindiriyordu yolcuları .
Osmanlı İmparatorluğu’nun görevli subaylarına kayıtlarını yaptırdıktan sonra artık nereye gideceklerini biliyorlardı : Giresun ‘a gönderilecekti üç aile de .İş bir tekne bulmaya kalmıştı .
Gökyüzü tüm yıldızlarını onlara hediye etmiş gibi pırıl pırıldı.Bahar içlerinden en parlakları seçti bakışlarıyla .”Bu yolculuk bittiğinde ve bizler yeni hayatlarımıza başladığımızda sana tekrar bakacağım.”dedi kendi kendine .”Sen orada olduğun sürece , bizler de senin altında olduğumuz sürece , ne biz Acara ‘dan kopmuş olacağız ne de Acara bizlerden kopmuş olacak.Hoşça kal gökyüzüm , daha özgür bir başka geceye kadar hoşça kal .”