Gesi bağlarında bir top gülüm var
Hey Allahtan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm değil şu gençlikte zulüm var
Atma anam şu dağların ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime
Gesi bağlarından gelsin geçilsin
O zamanlar annemin kimsesiz olduğunu bilmiyorum, ama bir çocuk sezgisiyle söylediği bu içli türkü dokunuyor bana, gözlerim sulanıyor, kendimi tutamıyorum. Annem bu türküye başlayınca, her seferinde de kendimi tutamaz ağlardım; anneme belli etmemeye çalışarak...
Zaten türkü söylemek, bir hâli yaşamaktır. O anda bazen siz türküyü yaşarsınız, bazen de türkü sizi yaşar. Onun içindir ki ben gözüm açık türkü söylediğimi pek hatırlamam. Gözlerimi yumduğumda kendimi türkünün hüzünlü aydınlığında bulurum birden. Bu, o anda türküyle uzun ince bir yolculuğa çıkmaktır. Bazen de kendinizi türküye emanet eder, onun sizi götürdüğü yere gidersiniz. Ama böyle durumlarda yarasız beresiz dönmek çok zordur. Onun için Ruhi Su, "Ben en büyük aşklarımı türkü söylerken yaşarım." der. Tanpınar'a Gesi Bağları türküsü için "Bu türkü, hiç farkına varmadan yutulan bir avuç zehre benzer." dedirten de aynı duygudur.
“Gesi Bağları türküsünü dinleyerek büyüdün, Türkçe’den mi rahatsız olmaya başladın? İngilizce öğretmeni misin sen? Beyaz çikolatalı mokayla, White Chocolate Mocha arasında fark mı var? (İngilizcesi büyük yazılır, evet.”
Şimdi bir çağ bütün rüzgarıyla içimizde ne varsa söküp almak istiyor, "Kiremitte buz musun"u, "Gesi bagları"nı unutalım istiyor. Biliyorlar ki biz ancak onları unuttuğumuz zaman birer makineye, plastik varlıklara döneriz, kokuşmuş değirmenlerine ses çıkartamadan su taşırız. Ben eminim ki biz türkülerle her zorluğu yeneriz, türküsü olan halk asla umutsuzluğa düşmez. Yoksa Erciyes'in dibinden Dadaloğlu çıkar mıydı? Yoksa Muharrem Usta Kırşehir'den "Aydoostt..." diye seslenir miydi? Çayımız güzel insanlara türkü olsun, türkülerimiz sevgi ve umut...
Milletin kalbinden gelen ortak temenni: Allah devletimize zeval vermesin.
O devlet ki Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Eşrefoğlu Rumi, Mimar Sinan ve Mehmet Akiftir. Türkçe'dir. Süleymaniye'dir. Şeyh Galip divanıdır. Hazreti Ali cenkleridir. Sandıklarda saklanan cönk defterleridir. Yanık türkülerdir. Gesi Bağları'dır. Asırlık çınar ağaçlarıdır. Ahlat'taki Selçuklu mezar taşlarıdır.
Konya hapishanesinin kadınlar kısmında yüzünü görmediğim fakat sesini çok iyi tanıdığım bir kadın vardı. Akşam saatlerinde onun türkü söylemesini adeta beklerdim. Ve bilhassa İsterdim ki "Gesi Bağları'nda Bir Top Gülüm Var" türküsünü söylesin bu acayip türkü hiç fark edilmeden yutulan bir avuç zehire benzer.
Gesi bağlarında dolanıyor
Ve yitirdiklerimi, yitirmediklerimi,
Aranıyorum.
Çünkü insanlar arasında engel,
Yalnız dağlar değildir;
Bazı anılar, bazı ölülerle sağlar,
Göz önündekileri bile
Ayırabilir bizden.
Gesi Bağları, bazan Taksim
Bazan Limmat kıyıları,
Bazan Berlin veya başka şehir,
Olabilir…
Ben bugün beynimin Gesi bağlarında,
Bir tek selamına güveniyorum;
Selam geliyor arasıra ölümden,
Senden bir ses geldiği yok.