Edebiyatta; normal insandan daha üstün, birtakım yüksek kabiliyetler sahibi ve bu kabiliyetlerin kullanımında çok yetkin adamları görmek her zaman ilgi çekici. Normalde hepimiz biliyoruzdur ki bu tip kabiliyetlerle donanmış bir adam dahi her şeyi eline yüzüne bulaştırabilir. Bu hiçbir şeyi eline yüzüne bulaştırmayan günün sonunda her konuda muvaffak olabilen adamları okuması gerçekten güzel.
Bu arketipin geçmişi herkü, akilleus, gılgamış dan geliyor büyük ihtimalle.
İşte yine elimizde normal insanlar olarak olamadığımız, hayallerimizde genellikle olmak istediğimiz adamlardan biri daha var.
Hell adının da verdiği bir "lan bu belalı bir adam" fiyakası ile ortalıkta dolaşıp, muvaffakiyetler kazanıyor.
Okuması zevkli, film tadında bir kitap.
Gılgamış Destanı, Teoman Duralı’nın bir giriş yazısıyla derinlemesine incelendiğinde, medeniyetin köklerinin Sümerlere dayandığını ve Mezopotamya coğrafyasında insanın çeşitli alanlarda uğraşarak nasıl değer ürettiğini gözler önüne serer. Bu giriş yazısı, sadece ekonominin ortaya çıkışını değil, aynı zamanda insanların bir arada yaşamaya
“Toplandı Büyük Tanrılar, Anunnakiler,
Yazgı Tanrıçası Mammitu
yazgılarını belirledi onlarla birlikte;
hem yaşamı verdi biz insanlara, hem de ölümü,
ama ölümün zamanını vermedi.”
İçkicibaşı Gılgamış’a dedi ki:
“Nereye koşuyorsun böyle, Gılgamış?
Eline geçmeyecek aradığın yaşam.
Tanrılar insanoğlunu yarattıklarında
yalnız ölüm oldu ona verdikleri,
kendi ellerinde tuttular yaşamı!”