Yalnızca kendini kaptırarak kitap okudun diye, görebildiğin dünya da genişleyecek sanma. Ne kadar bilgi depolasan bile, kendi kafanla düşünüp kendi ayaklarınla yürümedikçe her şey sahte, havada ve gelip geçici şeyler olarak kalır.
Dünya mantık yürütemeyeceğin, aklının almayacağı şeylerle dolu. Böylesine sıkıntıyla kaplı bir dünyada yaşam sürebilmek için en iyi silah, mantık ya da kas gücü değil, mizahtır.
Çoğu insan gayet normal olan şeylerin farkına varmadan yaşamlarını sürdürür. Olgulara yüreğinin penceresinden bakmazsan tam olarak göremezsin. En önemli şeyler de gözle görülemez.
Günümüzün en şaşırtıcı çelişkilerinden biri, boş zamanın bolluğuna karşın bunun her nasılsa zevke dönüşmemesidir. Yalnızca birkaç kuşak önce yaşamış insanlarla karşılaştırıldığında, zamanımızı iyi geçirmek için çok daha fazla fırsata sahibiz, ancak gerçekte yaşamdan, atalarımızdan daha fazla zevk aldığımızı gösteren hiçbir şey yok. Bunun için fırsatlar, kendi başına yeterli olmuyor. O fırsatlardan yararlanmak için becerilere de gereksinimimiz var.
Okumak bir etkinliktir, çünkü dikkatin yoğunlaştırılmasını gerektirir, hedeflidir ve kişinin okuyabilmesi için yazılı dilin kurallarını bilmesi gerekir. Okumayla ilgili beceriler, yalnızca okuma yazma bilmek değil, sözcükleri imgelere çevirebilme, kurgu kişilerin duygularını anlayabilme, tarihsel ve kültürel bağlamları tanıyabilme, kurgunun devamında olacakları tahmin edebilme, bir yazarın biçemini değerlendirebilme, eleştirebilme ve benzerleridir. Bu geniş anlamında beceri, simgesel bilgileri yönlendirebilme yeteneğidir.