“Kavga ettiğimizi söyleyemem. İlişki tanımlarımızın farklı olduğunu söyleyebilirim sadece, gerçi o ilişki yaşadığımızı da bilmiyor. Bizim bir durumumuz var sadece.” “Erkekler ahmak olabiliyor.” “Gerçekten öyle ama.” “Kadınlar topluca Amazonya’ya taşınmalı belki de ya da en azından yılda dört kez falan oraya tatile gitmeli.” “Amazonya?” “Carter ya da genel olarak erkekler beni rahatsız edince gittiğim kadın dünyası. Kafamda bir yer. Kişi başına beş ayakkabı mağazası düşüyor, hiçbir şeyin kalorisi yok, tüm kitaplar ve filmler mutlu sonla bitiyor.” “Amozonya’yı sevdim. Ne zaman taşınabiliriz?” Mac kolunu Parker’ın omzuna doladı. “Amozonya, dostum her zaman orada zaten, her kadının kafasının içinde. Sadece gözlerini kapat ve düşün. Hokus pokus. Oradasın işte. (...)"
Bence ayda en az 2 sinema filmi izlemeli, en az 2 tiyatro oyununa gitmeli, ve en az 1 opera yada baleye gitmeli; haftada en az 1 kez dansa gitmeli ve hergun en az 1 saat kitap okumali, yolda giderken, is yaparken bol bol muzik dinlemeli, sarki soylemeli ve her firsatta yurumeli... Hergun en az 1 cocugun, 1 kopegin, 1 kedinin basini oksamali, 1 kusun fotografini cekmeli. Hergun oglen en az 1 saat dogayi dinlemeli. Her aksam yemeginde ve cayinda sevdiklerinle sohbet etmeli; bir de her aksam yatinca en az 1 saat yalniz kalmali ve dusunmeli, ve uyumadan once hayal kurmali...
Nazilli'nin Kuyucak köyünde tek başına kalmış Yusuf'un başından geçenleri anlatıyor.Onu sahiplenen kaymakamla başka bir yere gider.Ancak gittiği yere bir türlü ısınamaz.Kendisini oraya orada bulunan insanlar her şeye yabancı hisseder.Ancak kendini yakın bulduğu bir tek kişi vardır. O da Muazzez. İnsan bir kişi için her şeye katlanabilir mi yoksa çekip gitmeli midir?
Güzel bir roman. İlk Sabahattin Ali romanım tavsiye ederim
Kuyucaklı YusufSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 2021173,7bin okunma
Gitmeli insan....
Şehrin kapıları ardına kadar açıkken....
Kızgınsa çarpmalı kapıyı,
unutacaksa yakmalı köyü...
İnsan seviyor bazen,
bazen çok seviyor insan...
Pınar Çakar......
Özgürlüğe olan korkakça sevgimiz (ansızın özgür kalsak, bu sefer de yepyeni birşey olduğu için yadırgar, hemen kaçardık özgürlükten) köleliğin üzerimizdeki ağırlığını açıkça gösteriyor. Beni ele alalım; her şeydeki, yani kendimdeki tekdüzelikten kurtulmak uğruna bir kulübeye ya da mağaraya kaçmaya hazırım, ama, kendi varlığımın bir özelliği olan tekdüzeliği gittiğim heryere taşıyacağımı bile bile, o kulübeye gitmeli miyim acaba? Var olduğum yerde, var olduğum için göğsüm sıkışırken ve bu hastalığın etrafımı saran şeylerden değil, ciğerlerimden kaynaklandığını bilirken, daha rahat nefes alabileceğim bir yer bulabilir miyim? Katıksız güneşi ve özgür enginleri, görünen denizi ve bütün ufku deliler gibi arzulasam da, kim bilebilir yatağımı ya da alışık olmadığım yiyecekleri, hatta sadece artık aşağı dört kat inmemeyi, köşedeki tütüncüye uğramamayı, geçerken aylak berbere selam vermeyecek olmayı yadırgamayacağımı?
Neden hala hakikatinin peşindesin sen be kadın... Hangi hakikatinin... Ama bilmelisin... Evet evet insan bilebileceği kadar bilmeli... Gidebileceği kadar gitmeli.
Seneler Geçsin,Sen Beni bil ben seni bileyim istiyorum.
Benim olduğun kadar dostlarının,Dostlarının olduğun kadar benim ol istiyorum.
Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.
Yaşayalım ki,Öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı.
Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.
Sen çok dertlenip,içip arkadaşlarınla eve gelmelisin.
Paylaşmalı ve beraber