Büyükbabalarımızın, babalarımızın kendini kurtardığı, önyargılarını eleştirmek bize kolay. Kendimizde olan inanç ve değerler arasında önyargılar arayışına çıkmak daha zor.
Adalet ve işe yararlılık açısından, burada yanlış bir şey var. İkisine de şu ünlü Marksist sloganı benimsemiş bir toplum daha iyi hizmet ederdi: "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre." Bu başarılabilseydi,ırklar ve cinsiyetler arasındaki farklılıklar toplumsal önemini yitirirlerdi. Işte ancak o zaman gerçekten çıkarların eşit gözetilmesi ilkesine dayalı bir toplumumuz olurdu.
- Bu da demektir ki, doğruluk yoluyla da, doğru bir kimseyi doğruluktan uzaklaştıramayız,değil mi? Kötüleri kötülük yardımıyla iyileştirebilir miyiz peki?
- Hayır iyileştiremeyiz.
- Soğutmak çünkü sıcaklığın değil, soğukluğun işidir, değil mi?
- Öyledir.
- Doğal olarak.
- Fenalık etmek de, iyinin değil, fenanın işi?
- Evet.
- Ama doğru adam, iyi adamdır, değil mi?
- Öyledir.
- Bu da demek oluyor ki Polemarkhos, ne dostuna, ne de herhangi birine fenalık etmek, doğru adam işi değil, eğri adam işidir.
Modern insanın dar kafalılığı en fazla her şeyin anlaşılabilir olduğu kanaatinde kendini gösteriyor. Akıllılığı, bilgisi ve bilgi olarak telakki ettiği bilgisizliğinin bir toplamıdır. En büyük sır karşısında bile kendini beğenmiş ve mağrur davranıyor. O, muammayı görmez. Oysa asıl burada bilgisizliğin ve peşin hükümlerinin ne derecede müthiş olduğu belli olur.
Dünyadaki zıddiyetler -ki tarihi ifadesi mevcut bloklardır- ancak ve ancak bu iki dünyanın adalet paylarını da teslim edecek üçüncü bir dünyanın kurulmasıyla yenilebilir.
Çünkü gerçek hayatta ne saf din ne saf ilim vardır. Diğer bir ifadeyle hiçbir din yoktur ki bir bakıma bilimden müteessir olmasın ve tersine, hiçbir ilim yoktur ki dinin muayyen ümitlerini muhafaza etmesin.
Tutkuyla aşık olmak ya da kendini kaptırmak artık kanıtlanmış bir zihinsel durumdur. Saplantı, mani, sarhoş olma, susuzluk ve açlıkla aynı beyin devrelerini kullanır. Bir Duygu değildir ama diğer duyguları güçlendirir ya da bastırır.